13. İstanbul Bienali, kentsel dönüşüm üzerinden kamusal alan kavramını tartışmaya açtı “Anne ben barbar mıyım?” kavramsal çerçevede. 14 Eylül günü açılan 20 Ekim tarihine kadar açık kalacak olan Bienal ücretsiz.
Bu önemli, çünkü hemen hepimiz, özellikle sanat-kültürse söz konusu olan para vermeyi “gurur”umuza yediremeyiz. Dikkat edin, “beleş” olmasına karşın küçümsemeye, karalamaya çalışanlar bir noktada odaklanıyor: Bu mu sanat?
Sanat nedir?
Şair Lale Müldür’ün aynı adlı kitabından, küratör Fulya Erdemci tarafından belirlenen 13. İstanbul Bienali’nin kavramsal çerçevesi; şiir, edebiyat ve şiirsellikle sanatın ilişkisini vurguluyor.
Küratör Fulya Erdemci, iki yıl önce çerçevesini belirledikleri Bienalin, Gezi olaylarıyla birlikte gerçek anlamına kavuştuğunu sanırım kabul edecektir. Her ne kadar bir fotoğrafçıyı ‘taciz’le suçlamış olsa da (Mayıs’ta Bienal çerçevesi açıklanırken Niyazi Selçuk’un protestosunu polise şikayet ederek belki de bir ‘ilk’i yaşatmıştı) Gezi ile protestoların ne denli anlamlı, ne denli gerekli ve en az bir o kadar da gerçekçi olduğunu görmüş olmalı. Çünkü Bienalden Gezi ruhu fışkırıyor, hem de alabildiğine güçlü.
“Öteki”leri anlamak…
Barbarlığı aslında iki anlamda kullandığını söylüyor Bienalin çerçevesini çizen Küratör Fulya Erdemci: “Bir anlamı uygarlığın dışı, sınırı... Oradan baktığımızda “mutlak öteki”, en dışlanan, en zayıf, belki de hukuk alanına girmeyen demek. Eski Yunancada vatandaşın zıttı anlamına geliyor, barbar. (…) Kentsel politikalar, yeni yaşam alanları ve yaşama kültürü oluşturmaktan daha çok ticari bir anlayışla, yani serbest piyasa ekonomisine göre gelişiyor. Gücü ve parası olan, şehrin en iyi yerlerini alabilir duruma geliyor, olmayan da yavaş yavaş şehrin dışına sürülüyor. Böyle baktığımızda bu sergi; kentsel dönüşümün, en zayıf, en dışlanmış vatandaşları ne kadar içerdiğine bakacak.”
Ya sensen o, yani barbar!
Kim barbar? Yaşayanlar mı, yaşananlar mı (barbarlık), yaşatanlar mı? Bir de bizim ülkemizin sosyo-politik, eko-politik durumunu gözeterek ve tabii, Bienal çerçevesinden bakarak yanıtlayın.
“Barbar” terimiyle, “öteki”leri anlamak, “gelecek dünya”yı anlamlandırabilmek ve kuşkusuz hepsinden önce yeni bir “dil” oluşturulması gerektiğini söylüyor Bienal. Güncel demokrasi biçimlerini sorgulayıp, günümüzün kentsel gelişiminin ekonomiyi de içeren politikalarını tartışmaya açan, uygarlık ile barbarlık kavramlarını sorgulamamızı isteyen ve izleyiciyi buna zorlayan çalışmalar sergileniyor.
Kafka’nın Şato’su…
Gezi olaylarıyla birlikte anlam yüklenen Bienal, yine Gezi ile birlikte sokağa, hayata açılmaktan kaçındı. Küratör Fulya Erdemci, 'vatandaşlarının özgür ifadelerine izin vermeyen otoriteden' alacakları izinle sokaklarda sanat projeleri gerçekleştirmenin sakıncalı olacağı kararına vardıklarını, o nedenle de Gezi Parkı, Taksim Meydanı, Tarlabaşı Bulvarı, Karaköy ve Sulukule Mahallesi gibi kentteki en tartışmalı -ve de bienalin varlığıyla soylulaştırma tehlikesi olmayan- kentsel mekânlara odaklanmış olsa da kamusal mekanlardan çekildiğini açıkladı. ARTER, SALT Beyoğlu ve 5533’ün (Antrepo 3 ile Galata Özel Rum İlköğretim Okulu asıl mekanlar) katılımıyla izleyiciye ulaşabilen Bienalin ücretsiz olmasında bu durumun etkisi yadsınmamalı.
Duvarı yıkacak güç!
1974 yılında Meksika’da doğan Jorge Méndez Blake’in duvarı karşılıyor izleyiciyi girer girmez, Antrepoda. Yüksek ve bütün görüş alanını kaplayan tuğla bir duvar. Bir yerinde küçük de olsa bir ‘çatlak’ var, orada bir şeyler ters gitmiş sanki. Duvarın en altında, tuğla sıralarını, Kafka’nın Şato’su bozuyor. Yükselen duvar, tam da orada farklılaşıyor. O koca, heybetli duvar, dokunsanız yıkılacak hale geliveriyor küçücük bir kitapla.
Jorge Méndez Blake, sanki Nazım Hikmet’in “O duvar, o duvarınız vız gelir bize vız” dizelerini görselleştirmiş. Duvar ne kadar güçlü olursa olsun, küçük bir kitap bile yıkmaya yeter.
Duvarınız vız gelir…
13. İstanbul Bienali, bu yıl Gezi yüzü suyu hürmetine, orada yaşanan ‘komün’ün anısını yaşatmak amacıyla -kamulaşmak adına- ücretsiz ve tam da bayram tatiline denk geliyor. Yani gidip görmek, görüp etkilenmek, etkilenip hayata yeni bir yorum kazandırmak elinizde.
Haydi, tutun çocuğunuzun elinden, girin eşinizin, annenizin koluna gezin sizi etkileyecek bu güzelliği. Sakın kaçırmayın.