Söylenceler önemlidir; anlattıklarıyla geçmişten geleceğe yaşama bağlar bizleri. Kimi zaman tersine akan ırmak gibidir ve yanlışlarla taşınmıştır bu güne; kimi zaman da bilinçli olarak çarpıtılmıştır ki, yaşayabilsin diye.
İstanbul, kültürler kavşağı, medeniyetler beşiği, başından beri hükümdarların göz koyduğu, ama bir türlü fethedemediği iki kıtaya oturmuş tek şehir. Bilindiği gibi erguvandan rengini, ıhlamurdan da kokusunu almıştır. Ihlamuru tanırız, çayının ne denli sağlık kaynağı olduğunu biliriz de erguvanı, endemik (sadece yöreye özgü) olduğu halde pek bilmeyiz.
İki ucu da sivri…
Efsaneye göre, erguvan bembeyaz çiçekleriyle çok sevilen bir ağaçtır. Hz. İsa’nın 12 havarisinden belki de en bilineni, Yahya (Yahova veya Yehova) İsa’yı ele vermiş. Romalılar İsa’yı çarmıha gerince, utancından bir ağaca asmış kendisini. Erguvanmış o ağaç. Erguvan sindirememiş bir ihanetin kendisinde son bulmasını ve çiçeklerine kan gelmiş… Bugünkü erguvan rengini almış çiçekleri.
Hıristiyanların bir kısmı Yahya’yı ihanet eden biri olarak görmezler; İsa’nın çarmıha gerilemeyeceğine inandıkları için ve Yahya’nın da, bu gerçeği bildiği için gönül rahatlığıyla saklandığı yeri söylediğini savunurlar.
Her ne nedenle olursa olsun; Bizans’ın kraliyet rengi de, Osmanlı’nın saltanat rengi de erguvan rengidir. Asaleti simgeler erguvan rengi.
Her yerde olmaz, herkes taşıyamaz…
Erguvan ağacı her yerde olmaz, Marmara bölgesindeki endemik bir bitkidir… İlgi çekmesi de bu nedenledir zaten… Bizans tekfurları da, Osmanlı padişahları da erguvanın önemini bilir ağacının sert, kırılmaz ve güçlü olduğunu kavradıkları ve çiçeğinin yararına inandıkları için salata yapıp yerler.
Haksız da değillerdir; birçok hastalığın tedavisinde kullanmışlar ve sonuç da almışlar. İster çiğ ister kavurarak tüketmişler, yapraklarından ve dallarından şifalı çay yapıp içmişler, kas ağrılarına iyi geldiği söylenen.
Zaman içerisinde, beton imparatorluğu muhafazakârlığa galip gelince, Boğaz boyunca sıralanmış güzelim erguvan ağaçları yerini beton grisi almış, zaten arkasından da ne ağaç kalmış ne yeşillik… Bir küçük gölge, bir nefes alınacak alan yok artık. Yazın güneşin altında, kışında rüzgârın esiri olarak gerçekten sersefil yaşıyoruz… Üzgünüm.
Unutmamak gerekir…
Baharın müjdecisi olarak tanımlanan erguvan, çiçeğinin güzelliği kadar kalp görünümlü yaprağıyla da kendini gösterir. Baharla birlikte canlanan doğa, erguvanlarla birlikte aşkın da doğmasını ister. O çiçekleri, o yaprakları görüp de aşka düşmeyen kalır mı?
Bir zamanlar Çatalca’da ve Bursa’da erguvan şenlikleri yapılırdı; artık yok. Aslına bakarsanız, erguvan ağaçları da kalmadı. Tek tük gördüğümüzde bile içimize bahar coşkusu doluyor. Kim bilir, belki bir yerel yönetici, yeni bir beton yığını yapan yüklenici ya da site yöneticisi kendisinin ve kendisinden öncekilerin hatasını affettirmek için erguvan diker ve bizi o güzelliklerle tanıştırır yeniden.
Edebiyatımızda da önemli bir yeri var erguvanın… Baharın, yeniden doğuşun, sürdürülebilirliğin simgesi erguvanı yaşamımızın kalıcı simgesi olarak saklayan ve erguvanla özdeşleşen Hilmi Yavuz ile tamamlayalım yazımızı:
“Erguvanlar geçip gittiler bahçelerden
Geriye sadece erguvanlar kaldı.” ■
• Erguvan baklagillerden, eflatunla kırmızı arası renkte çiçek açan, 10 metreye kadar boylanan süs ağacı.
• Erguvani, erguvan çiçeği renginde, eflatunla kırmızı arası renk.
(©) Kaynak: https://www.lafsozluk.com/2012/11/erguvan-nedir-erguvani-ne-demektir.html