İnsanları ve dolayısıyla toplumları bir arada tutan bağlar vardır. Bu, en başta kan bağı olabildiği gibi, inanç bağı, vatandaşlık bağı da olabiliyor. Bana sorarsanız bu bağlardan çok daha güçlü ve en önemli olanı “gönül bağı”dır.
Türk Dil Kurumu sözlüğünde, ‘gönül’ kelimesinin Türkçe karşılığı sevgi, istek, düşünüş, anma, hatır vb. kalpte oluşan duyguların kaynağı olarak anlatılıyor. Bu karşılıkların hepsi de mantık değil duygu ifadeleridir. Gönül kelimesinin başka hiçbir dilde karşılığı yoktur. Gönül, başka kelimelerle bir araya geldiğinde yüzlerce farklı anlama bürünebiliyor.
Günlük hayatta pek çoğumuz, duygularımızdan çok mantığımıza güveniriz. Mantığımızı sağlam ama duygularımızı zayıf bulur; başkalarının davranışlarındaki mantıksızlığı hemen fark edip onları kolayca yargılarız. Hepimiz kendi mantığımızın ve aklımızın ortalamanın üzerinde olduğuna inanırız. Medeniyetin kökeninde akıl olduğu için, insan haklı olarak kendi aklını yüceltmiştir. Hatta o kadar yüceltmiştir ki duygularını ve sezgilerini aklın karşısında zayıf, değişken ve güvenilmez olarak sınıflandırmıştır.
Akıl bu kadar kıymete binince, aklın gücünü abartmak da kaçınılmaz olmuştur. Kendisinin ortalama bir insandan daha duyarlı, daha duygulu olduğunu iddia edenler azınlıktayken kendisinin akıllı olduğunu düşünen insanlar çoğunluktadır.
Hayatın her alanında, iş hayatında, sporda taraftar olmada ve hatta siyasi perspektifte bile bu durum aynıdır. Mantık yürütme biçimi insanları elbette birbirinden ayıran bir özelliktir ama daha ayırt edici olan insanların inanışlarıdır. Eğer insanların değer inançları ve değer yargıları farklıysa, aynı bilgiye sahip olsalar bile farklı sonuca ulaşırlar. İnanan bir zihin aksi yönde ne kadar bilgi olursa olsun, inancında ısrar eder. Verilerin, kanıtların bu fikri değiştirmesi zordur. Bu konuda ünlü Fransız düşünür Ernest Renan’ın “İnsanları inandıkları şeyden vazgeçirmek, bir şeye inandırmaktan daha zordur” sözünün ne kadar haklı olduğunu yaşadıkça görebiliyoruz.
Her alanda bireysel yetenek ve gayretlerden çok ekip anlayışını oturtmak ve bu birliktelikten oluşan sinerjiden istifade etmek, arzu edilen bir durumdur. Bir ekip oluşturmanın en baştaki koşulu, nitelikli eleman seçimi olduğu kadar, elemanların birlikte uyum içerisinde ahenkli bir şekilde “sorunsuz” ve “güvenli” çalışabilmesini sağlamaktır. Yapılan işin sorunsuz ve güvenli olması beklendiğinde ekip lideri olan tepe yöneticisinin en başta kendisi ile çalışanları arasında ve hatta tüm elemanlarının kendi aralarında çok güçlü bir gönül bağının kurması beklenmelidir. Bu bağı kuramamış tepe yöneticisi liderlik yapamaz ve yönettiği sistem er veya geç çöker.
Gönül bağının koptuğu veya oluşturulamadığı durumlarda herkes için bireysellik hiçbir işe yaramaz. “Takım” olunamadığı durumlarda çalışanlar istediği kadar yetenekli ve gayretli olsunlar sonuç olarak başarı tesadüflere bağlı olur. Tesadüfen gelinen yerde tesadüfen başarı devam etmez.
Gönül bağını kurma bir yetenek işidir. Buna karşılık koparmak için hiçbir meziyete sahip olmanıza gerek yoktur. Herkes için geçerli olabilecek bu durumlarda ara sıra da olsa insanın kendini check (kontrol) edebilmesi gereklidir.
“Geçmişini iyi bil ki, geleceğe sağlam basasın, Nereden geldiğini unutma ki, nereye gideceğini şaşırmayasın.” Mevlana. ■