İnsan yapısı, madde ve ruh olarak iki bölümden oluşur. Beynin ürettiği mantık kadar kalbin yönettiği duygusal davranışlar da insanın karakteri için belirleyicidir. Duyguların aşırı yoğunlaşması, vahim sonuçlara neden olabilir. Aşırı heyecan, korku, kıskançlık, endişe hali insanları olağan davranışların dışında bir duruma sürükler.
Korku, çocukluğumuzdan bu yana, sürekli güdülendirildiğimiz bir duygudur. İnsan, hayatı boyunca bu duyguyla iç içe yaşar. O kadar ki, bir müddet sonra korkularından haz alanların olduğunu bile biliyoruz.
Korku filmleri bu yüzden vardır.
Günümüzde; ölüm, para, sevdiğini, işini kaybetme korkusu gibi pek çok başlık altında korkularımızı sayabiliriz.
İnsanların korkularını üzerine giderek, kötü şeyler yaptırmanız mümkündür. Kendini, ailesi ya da çocukları ile tehdit ederek, ona çok uygunsuz işler yaptırabilirsiniz. İnsan, para kaybetme korkusu yaşadığında pek çok insanı mahvedebilir. Sevdikleri için kendini bile yok edebilecek kadar güçlü bir duygudur korku.
Herkes savaştan korkar. Ancak, savaşın içindeyken, bir süre sonra korkunun kaybolduğu, yerine bambaşka duyguların yer değiştirdiği gerçeği de bulunuyor. Sanırım, ölümle yüz yüze gelince oluşan farklı bir duygu. 18 Mart 1918’de Çanakkale’de 250 bin insanımızı şehit verdiğimizde bile, yanındaki arkadaşının öldüğünü göre göre insanların ölüme atılması, başka türlü izah edilemez. Anafartalar’da Gazi Mustafa
Kemal’in, askerlerine, “ben size savaşmayı değil ölmeyi emrediyorum” diye direktif vermesi, insanların korkusuzca ölümün üzerine atlaması başka nasıl izah edilebilir.
Demek ki, bu güçlü duygunun panzehri, vatan ve manevi değerlerdir. Vatan, millet ve kutsallarımız uğruna insan gözünü bile kırpmadan hayatını feda edebilir.
Yakın tarihimizin şeref sayfasının açılışı, Gelibolu ise, sonrasında, İnönü savaşları, Sakarya, Dumlupınar ve en sonunda da Afyon’dan başlayarak, İzmir’e kadar süren kovalamaca ile son bulan Büyük Taarruz ile kazanılan Kurtuluş Savaşımızda tüm yokluğa rağmen insanların en değerli varlıklarını bırakıp, canlarını hiçe sayarak, kutsallarımız uğruna fedakârca savaşmasının başka bir izahı olamaz.
Kazanılan her mücadele doğaldır ki, taçlandırılır. Bu anlamda ilk tacımız, Büyük Millet Meclisimizin açılış günü olan ve bu günlerde 101. yılını kutlayacağımız ve Atatürk’ün “Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı” olarak adlandırarak çok daha da anlamlandırdığı bu kutlama dünyadaki ilk ve tek çocuk bayramı olarak kutlanır.
Tarih tekerrürden ibrettir. Periyodlarını bilemem, hiç de olsun istemem ama bir gün yine böyle bir durumda kalınırsa bu millet yine aynı şahlanışı gösterecek tıynete sahiptir. Bakmayın şimdi pek uyuşuk ve ayrışmış gibi görünse bile.
Nisan ve Mayıs ayları milletimizin şeref sayfaları içinde önemli günlerdir. Bu yıl, aynı zamanda Ramazan ayı içerisindeyiz. Bu günlerde içinde bulunduğumuz özel zamanların farkına vararak, sadece kendimiz için değil; tüm milletimiz ve dünyamız için iyilik güzellik sağlık ve barış dileyelim. Çünkü buna ihtiyacımız var. Unutulmaması gerekiyor ki iyilik bulaşıcıdır.
Ramazanınız mübarek; Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramınız kutlu olsun. ■