Bizim insan yetiştirme kültürümüz maalesef, çocuğumuzu aşırı koruma, onu sıkıntılarla karşılaştırmama, üzülmesini önleme, Başarılı olmasını sağlama ve hep başarılı görme, başarısına destek olma, çocuğumuzla gurur duyma, başarısını kendi başarımız sayma temellerine oturuyor.
Bu temeller üzerinde gelişen insan yetiştirme kültürü, anne ve babalarda yüksek beklenti ve görmek istediğini görme, çocuklarda da sorumluluk alamama, her şeyi başkalarından bekleme olarak sonuç veriyor.
Bu modelde yetişen çocuklar yaşamda karşılaştıkları güçlükler karşısında bocalamakta ve her zaman destek beklemektedir. Anne-babalar da her koşulda çocuklarını haklı görerek onun dışındaki her şeyi eleştirmektedirler…
Sonuç, aslında yaşadıklarımızdır…
Gerçekten, etrafınızda hiç yaşadıklarından kendini sorumlu tutan bir birey görüyor muyuz? Herhalde görememenizin nedeni, aslında birey olamamaktan kaynaklanmaktadır. Çünkü bizim insan yetiştirme kültürümüzün sonucu böyle olmaktadır.
Yetkinlik sahibi olan erişkinler, Sonuçlarını ölçerek doğru karar verebilme, Verdiği kararın sorumluluğunu alabilme, Sonuçta kendi payını objektif görebilme gibi önemli özelliklere sahip olmalıdır. Bu üç özellik de özdenetim, özeleştiri, özerk olma anlamına gelir.
Eğer bugün içinde yaşadığımız toplumda, yetişkinlerimizin tutum ve davranışlarını beğenmiyorsak, yaptıklarını yanlış buluyor ve neden düzeltemediklerini anlayamıyorsak, buraya nasıl geldiğimize bakmamız gerekiyor.
Çocuklarımızı yetiştirirken sorumluluk vermeme, sorunlarla karşılaştırmama, aşırı koruyarak yaşama yeterince hazırlayamamanın neticesi kaçınılmaz bir şekilde, her şeyden yakınma olarak karşımıza çıkıyor.
Toplum olarak da her şeyi eleştirme ama sorumluluk alıp olumsuzluklar karşısında parmağını kımıldatmama, bütün kurtuluşu hep başkalarından bekleme karakteristik özelliğimiz olmuş durumda. Nedense hep bir mucize, hep bir kurtarıcı beklentimiz hiç bitmiyor. Neden o kurtarıcı biz olmayalım diye hiç düşünmüyoruz.
Kanunlar, çiğnenmek için diyen bizler, hukukun ağır aksak işlemesini fırsat biliyoruz ama ucu kendimize dokununca yakınma ve ağlaşma hepimizin ortak paydası oluyor.
Ülkemizde vurdumduymazlık içinde olanların, yurtdışına çıktığında, kurallara uyma konusunda gösterdiği özen de tam bir paradoks olarak karşımıza çıkıyor. Buruş buruş, kırış kırış kullandığımız parayı yurt dışında özenli kullanmayı nasıl beceriyoruz anlamak mümkün değil. Demek ki istendiğinde yapılabildiğinin en büyük göstergesidir.
Ağlama, ağlaşma, ama iş yapmaya gelince yan çizme, kendinden başkalarını suçlama.
Bu durumdan memnun değilsek çevremize bakmalıyız.
Eğitimden, politikaya kadar her şeyin sorumlusu aslında ve tamamen biziz yani kendimiziz.
Aynaya bir kez de bunu görmek için bakabilsek..!