Satış, çok anlam içeren bir kavramdır. Bir ürün veya hizmet ya da fikrin dışında da dünyada her şeyin de alınıp satılabildiği; somut dışında soyut kavramların da satılabildiğini, her şeyin bir alıcısının olduğu biliniyor. Bir adım daha ileri gidersek yaratılmışların en şereflisi olan “eşref-i mahlûk” olan insanın da alınıp satıldığına çok şahit olmuşsunuzdur.
İnsan hakları evrensel bildirisi 10 Aralık 1948'de, BM Genel Kurulu'nun Paris'te yapılan oturumunda kabul edilen 30 maddelik bildiridir. Bu bildirinin ilk maddesi insanın tanımıyla başlar.
“Bütün insanlar özgür, onur ve hakları yönünden eşit doğarlar. Akıl ve vicdana sahiptirler.” (madde 1)
İnsan haklarının özellikleri: Herkes, ırk, renk, cins, dil, din, siyasal ya da herhangi bir başka inanç, ulusal ya da toplumsal köken, varlıklılık, doğuş ya da herhangi bir başka ayrım gözetilmeksizin bu Bildiri'de açıklanan bütün haklardan ve bütün özgürlüklerden yararlanabilir (madde 2). Ayrıca bu haklar hiçbir şekilde başkalarına ya da kurumlara aktarılamaz.
Birleşmiş Milletler acaba neden böyle bir beyanname hazırlama gereğini duymuştur. Çünkü bu alanda sorunlar vardı ve bunların ortadan kaldırılması gerekiyordu. Şimdi baktığımızda, dünyanın tamamında ve istisnasız olarak uygulanabildiğini söylememiz mümkün değildir. Hatta en başta buna önderlik yapan ülkelerde bile hakla modern köleliğin olduğunu görebilmekteyiz.
Köleliğin olması için sahip de olması gerekir. Sahiplenmek İnsan yaradılışına göre asla yok olmayacak bir oluşumdur. Sahip kelimesi, “herhangi bir şey üstünde mülkiyeti olan, onu dilediği gibi kullanabilen kimse, iye, malik” demektir.
Bugün aleni olarak değilse de manevi ya da maddi güçlerini kullanan pek çok insan kendisini başkalarının sahipleri olarak görebilmektedir. Bunu yok edecek tek olgunun eğitim olduğunu iddia etsek bile ne yaman bir çelişkidir ki, öğretim görmüş insanların da bu egodan çıkabildikleri pek mümkün olmamaktadır. Hatta en çok bu tiplerin “sahip” oldukları yönünde olan inanç daha da yaygındır.
Şirket sahip veya tepe yöneticilerinin bu ego içerisinde kendilerini her anlamda üstün gördükleri ve çalışanlarına köle muamelesi yaptıklarını görmekteyiz. Buna sebep olan da yine insanın kendisidir. Güç karşısında eğilen, bükülen insanlar olduğu sürece bu ego devam edecektir.
Profesyonel mesleklerin en eskisi fahişelik olduğu bilinir. Bu gün bile dünyanın her yerinde bedenlerini maddi çıkarlar için satan insanlar vardır. Bizim çalışma ortamımız kendilerini bu şekilde satan profesyonellerle doludur. Bu kişiler sahip oldukları maddi çıkarımları kaybetmemek veya daha fazla çıkarım için “kişilik”lerini satabilmektedirler.
Çalışma ortamında ve siyasette “normal” olan bu ilişki türü iş hayatına yeni başlayan genç insanlar tarafından da gözlenir. Gençler gördükleri normal ve doğru kavramlarının arasında gelip gitmeler yaşarlar. En sonunda da bir karar verirler. Pek çoğu “normal” hayatı seçerken pek azı da “doğru” davranışı yeğlemektedir.
Dünyamızın, böylece hızlıca normalleşmeye doğru gittiğini söylemek yalan olmaz.
Sular akar, deliler bakar… ■