Her yeni yıl öncesi insanlar, gelecek yıl için ümit vaat eden sözler ile hem kendilerinin hem de temasta oldukları kişilerin motivasyonlarını yükseltmeye çalışır.
Son derece anlamlı olan bu davranış, 31aralık gününü yılın son günü; 1 ocakta ise yeni bir başlangıç olduğuna inanıldığı için yapılır.
Bugün kullandığımız takvim, Romalılar devrinde Julius Sezar döneminde Mısırlı bir bilgine sipariş edilmişti. Başlangıç olarak Ocak ayı seçilmiş 365 gün 12 aya bölünmüş tek aylar 31 çift aylar ise 30 gün olarak planlanmıştı.
O gün de, bugünden farksız yönetici gücün kendini her şeye muktedir görme egosu mevcut idi. Siparişi yerine getiren bilim insanı muhtemelen yaranmak için olmalı, temmuz ayına, Julius Sezar’a ithafen july, ağustos ayına da Sezar’dan sonra gelen ve halen iktidarın başında olan imparator Agustus’un ismini vermeyi uygun bulmuştu.
Ancak o iyi bir astronomi ve iyi bir matematikçi olsa da hesap edemediği bir ayrıntı işin bitiminde sunum yaparken imparator Agustos’un gözünden kaçmamıştı. Sezar’ın ayı 31 gün, buna karşılık kendi ayı ise 30 gün olarak planlanmıştı. Halbuki Agustus, Sezar’dan daha küçük bir adam mıydı ki Sezar’ın ayı ondan fazla olacaktı.
Buna itiraz edince, ister istemez beklentisine uygun değişiklik hemen yerine getirildi. Zaten eksik olan Şubattan bir gün çalınarak İmparatorun gönlü hoş edildi. Böylece dizilim siyasetçinin beklentisi doğrultusunda yeniden güncellendi. İki 31 çeken ay peş peşe geldi. Sonrasında ise çift aylar 31 çeker oldu. 2020 yıldır da böyle devam ediyor.
Bu hikayeyi okuduktan sonra insan icadı olan her şeyin çok da önemli olmadığına inandım. Günün şartlarına göre yapılmış ve bazı defolarına rağmen hala bu takvimi kullanmaya devam ediyoruz. Hala, yıldan artan 6 saatleri biriktirip 4 yılda bir şubata ekleyerek eritiyoruz. Saçma ve doğru olmadığını bilmemize rağmen böyle inandırıldığımız için normal geliyor.
En baştan belirttim. Her yılbaşı, radikal bir değişikliğin olacağına inanıyoruz. Ancak kendi adıma söylemeliyim ki, en çok dumura uğramam 2000 yılında oldu. Dijital kıyamet senaryolarının havada uçuştuğu bir güne yatıp da sabah değişen hiçbir şeyin olmadığını görmek büyük hayal kırıklığı idi. Güneş yine her zamanki gibi doğmuştu, hayat tüm olağanlığı ile devam ediyordu.
En son böyle bir yazıyı geçen yılbaşı öncesi, kendi isteğimle değil ama adet yerini bulsun diye yazdığımı biliyorum. Bırakın iyi dileklerin gerçekleşmesini; neslimiz için facia bir yıl oldu. İtiraf etmeliyim ki bu yazımın utancını taşıyorum. Eğer benim gibi bir insanın dilekleri kabul olsaydı, başta bu hastalıktan ve diğer bazı taçlı, taçsız mikroplardan kurtulmayı çok isterdim.
2020 faciasından sonra hiçbir şey değişmese de 2021 için güzel dilekler dilemeye devam edelim. Ümidimizi hep yüksek seviyede tutmaya devam edelim. Buna ihtiyacımız var çünkü. Ümitsizlik gelişmeye manidir. İnsanlık ise sürekli gelişmeye mecburdur. Ancak bu gelişimin erdemli insanlar tarafından yapılmasını beklemek de hakkımızdır. Nedense, günümüzde çözüm olarak sunulan bazı icatların uzun vadede başka sorunları getireceği endişesini taşıyan insanların sayısı epeyce arttı.
Hakim güçlere hakimiyet yetmemeye; sahiplenme duygusu daha ağır basmaya başladı. Sahip olan, kimin yaşayacağına, kimin öleceğine karar verebileceğini sanıyor. Yaratma özelliği olmayan insanın öldürme yetisinin pek gelişmiş olduğunu zaten biliyoruz.
2020 yıldır devam eden normalin yerine doğruların yaşanacağı bir dönemin başlamasını canı gönülden isterim. ■