Akıllı şehirlerin ve dolayısıyla akıllı ulaştırmanın alternatif enerji ve yenilenebilir enerjiden bağımsız görülmesi ve düşünülmesi mümkün değildir. Akıllı kelimesi bu terminoloji içerisinde teknik gelişimler ve imkânlardan alabildiğine hizmet parametreleri ve insan odaklı eksende okumaları ve eylemleri’ içermektedir. Hal böyle iken; bu kavramsallaştırmalar; kendi geliştireceğimiz muhtemel bir perspektif ile içerisini alabildiğine felsefi-sosyolojik-kültürel-ekonomik ve tabiî ki teknik olarak doldurabileceğimiz bir alanı ifade eder. Alternatif enerji ve yenilenebilir enerji konuları birebir enerjinin alt başlıkları olduğundan direk olarak ‘siyasi-politik-stratejik’ girdi ve çıktılara sahiptir. Dolayısıyla da; bu politik jeo-stratejik süreçlerden tabi olarak etkilendiği gibi onları direk olarak formatlayabilme imkân ve ihtimalini de işaret eder. Buradan hareketle; birbirini doğuran, besleyen ve bir şebekeyi oluşturan bir döngü söz konusu olup, bunun ne kadar akıllı şebeke olacağı hususu bizim bakış açımızın ve derinliğimizin ölçüsü ve derecesi ile birebir paraleldir. Alternatif enerji ve yenilenebilir enerji konuları sürdürülebilirlik ana aksında çevreci, ekonomik olarak optimal, adil, sosyal arka planı olan bir gündem bütününü ortaya koyar. Aslında; alternatif enerji konusu, enerji başlığını ‘şiddet-gücün merkezileşmesi-statü ve para odaklı anlayışlar-vahşi rekabet’ koşullarından alabildiğine ‘insani merkeze’ taşıyabilecek bir hareket alanının göstergesidir. Ülkemiz, coğrafyası-kültür arka planı-toplumsal tarih hikâyesi itibariyle geniş bir fırsat-tehdit alanının merkezinde yer almaktadır. Bütün bunlar, bizim çoğu zaman ulaştırma eksenli kimi zamanda en kapsayıcı düşünsel anlamda ortaya koymuş olduğumuz dengeli dağılım-farklı modlar arası entegrasyon anlayışımızın birebir sağlamasıdır. Bu kavramlarımızı; en geniş anlamda ‘dengeli dağılım=hakça paylaşım’ ve entegrasyon=yaşamsal bütünleşme olarak okuyabiliriz. Petrol, doğalgaz, nükleer enerji gibi günümüz siyasa terminolojisinde çatışma ve kitlesel kayıplarla beraber algılamaya alıştığımız kaynakları, güneş enerjisi, jeotermal enerji, dalga enerjisi, rüzgâr enerjisi gibi kaynaklarla beraber doğru ve yerinde değerlendirmenin, coğrafya-kültür-imkânlar-politika anlamında yeryüzündeki en önemli üstlerinden birini ülkemiz ve merkezliğindeki bölge teşkil etmektedir. Akıllı şehirlerin farklı uygulamalarını ülkemizin İstanbul, Bursa, Ankara, Gaziantep, Samsun, Adana, Antalya ve İzmit gibi şehirlerinde oluşturma imkânlarımız mevcuttur. İstanbul’da da farklı bölgelerde farklı uygulama imkânları olmakla beraber burada ilk etapta ‘geniş uygulanabilirlik, insan merkezli yaklaşım ve herkese hitap eden çözümler’ esas alınmalıdır. Bunun içinde; toplumun ekonomi ve statü itibariyle üst tabakasının yaşadığı konformize edilmekte olan alanlar değil, toplumsal dokunun güçlü ve geniş tabanlı olduğu, kendi dinamikleriyle gelişimin sürecini gerçekleştirmeye çalışan, şehir dokusu itibariyle tarihsel süreklilik ve karakterini koruyan ve sürekli üretmekte olan alanlar tercih edilmelidir. Bu ileriye dair kendi perspektifine yaslanan bir algının arka planını ve altlığını teşkil etme anlamında da fırsatları ihtiva etmektedir.
Bilindiği üzere akıllı şehirler ve akıllı ulaştırma’ ile bağlantısını ortaya koyduğumuz alternatif enerji ve yenilenebilir enerji başlıklarının; medeniyet perspektifi anlamında kavramsal temellendirmelere de yataklık etmesinin yanı sıra günümüz ‘Jeopolitik-Stratejik’ mevcut durumuyla da yakından ilintilidir. Ve bu; sosyal güvenlik, toplumsal güvenlik ve milli güvenlik anlamında da sebep ve sonuçlara haizdir. Zira mevcut petrol ve doğalgaz yatakları, gündemi ve stratejisi bölgemiz ve Dünyanın pek çok yöresinde ‘savaştan yönetim değişikliklerine toplumsal olaylardan işgallere, ekonomik yaptırımlardan sosyal angajmanlara’ pek çok konunun merkezinde etkilenen ve etkileyici konumda rollendirilmektedir, rollendirilmiştir. Öyle ki; sırf bu kaynaklara sahip olma kaygısıyla(ekonomik, statü merkezli, hegemonik algılarla) ülkeler yıkılmakta, işgal edilmekte, devletlerin ömrü uzatılmakta ya da kısaltılmakta, toplumsal kaoslar pompalanmakta, değer yargıları zafiyete uğratılabilmekte, göreceli dönemsel ve dönüşümlü olarak ‘kimi toplumlar yok sayılırken kimisi merkeze taşınır gösterilmekte’, coğrafyalar erken doğum ya da geç doğuma zorlanmakta, stratejik önceliğe dayalı olarak kimi yörelerde ‘ulus devlet çağdışılaştırılıp federatif organizasyonlar öncelenirken’ aynı zaman diliminde kimi coğrafyalarda ise ‘ulus devlet süreci’ ön plana alınabilmektedir. Bütün bu hegemonik eylemlerin merkezinde ‘petrol-doğalgaz’ kaynakları varken, derininde ise ‘yayılmacı felsefe’ vardır. Dolayısıyla elbette ki; bir kaynağın sadece türünün değişmesi, sistematize edilen bir yayılmacı dünya görüşünü absorbe edecek ya da dönüştürecek değildir. Fakat nasıl ki veciz bir sözde ifade edildiği gibi ‘hattı müdafaa yok, sathı müdafaa vardır’ öyle ise; kaynakların alabildiğine çeşitlendirilebilmesi, tabiatı itibariyle gücün de satha yayılmasının ilkelden ayaklarından birisi olabilecektir. Bu konudaki teknik gelişmelerin yakından takibi; ülkelere yeni imkân alanları açabilecektir. Var olan(tabii kaynak olarak, ya da satın alınmakta olan) kaynakların yenilenebilirliği, Dünya sathı boyunca enerjinin tekelleşmesinin önüne geçici bir etkiye sahiptir. Alternatif enerji kaynaklarının çoğaltılması da, alternatif söz söyleyebilme imkânı ile doğrudan olmasa da dolaylı bağlara sahiptir. Hal böyle iken; hegemonik algının kısmi dönüşümü, iyileşmesi (tedavisi), kendini formatlamak durumunda olması sonuçları da birer nispi artıdır. Küresel sistemin semptomlarına, apselerine, iltihaplarına, yan etkilerine karşı çok değişkenli alternatif ve yenilenebilir alanlar geniş bir coğrafyaya yeni imkânlar sunmaktadır. Bütün bu felsefi arka planın cüzlerinden birisi de alternatif enerji ve yenilenebilir enerji teknik başlığıdır. Bu da, Dünya sisteminin toptan akıllanması ile paralelliklere sahip olup küresel barışın hakiki anlamda sürdürülebilirliğinin ön adımlarıdır. Bütün bu hususlar; petrol-doğalgaz ve diğer tabii kaynakların zengini olan, nüfus yoğunluklu, tarihi ve coğrafi merkezlikte olan, Latin Amerika’dan İç Asya’ya, Tataristan’dan Sahili Afrikası’na (Kenya, Somali, Kongo, Eritre, Cibuti vs.) ve Hind Alt Kıtası’na çok geniş bir alanın kaderiyle ve dolayısıyla ‘Dünya Barışı’ ile yakından ilintilidir.
Devam edecek...