Değişim, hayatın karşı konulamaz kuralıdır. İçinde yaşadığımız dünya, durmaksızın değişir. Doğa kanununa uyum gösterenlerin soyları devam eder, direnen canlılar elenir… Toplumsal değişim kuralları ile doğa kuralları birebir benzeşir. İstesek de istemesek de koşullar, çevre, ortam, ilişkiler, konumumuz vb. sürekli değişmektedir. İnsan ve toplumların varlıklarını sürdürmeleri; değişimi anlama ve uyuma bağlıdır.
İnsan aklı değişimi kabullenmekte zorlanır. Pek çok insan değişen koşullara uyum göstermek yerine mevcudu korumak için direnir. Bilinmeyen korkusu, güvenlik, alışkanlıklar, başarısız olma endişesi, üstünlük veya çıkarların kaybolacağı korkusu, yenilikleri öğrenme zorluğu, dar görüşlülük, vizyon eksikliği, önceki olumsuz kişisel tecrübeler, kendine güvenmeme, değişimin dayatıldığı inancı, değişimi yöneten ve uygulayanlara güvensizlik, gösterilen direncin ana nedenleridir. Değişimin, mevcut durumu bozması, bilinen ve alışık olunandan vazgeçmeyi gerektirmesi, onu korkutucu hale getirir. Çoğu insan mevcut durumdan mutlu olmasa da elindekileri kaybetmek korkusuyla direnir.
Değişimin önündeki en büyük engel alışkanlıklardır. Mevcut düzen ve alışılmış koşullar insana güven verirken değişim belirsizlikler içerdiğinden korkutucu gelir. İnsanın, pek çok konuda “doğru”yu bilmesine rağmen hayata geçirememesinin sebebi de budur. Başarı için insanın kendisini tutsak eden alışkanlıkların üstesinden gelebilmesi gereklidir.
Bilgisizlik, direnci artırır. Direncin azalması, değişimin kabul edilmesi için etkili ve sürekli bir iletişim şarttır. İster ailede, ister şirkette veya toplumda insanları değişimin her aşamasından bilgilendirmek, iletişim kanallarını açık tutmak, olası tepkileri dinlemek, anlamaya çalışmak ve dürüst bir iletişim ortamı yaratmak ve etkilenecek insanları mümkün olduğu ölçüde değişimin tüm süreçlerine dâhil etmek gerekir. Katılımı yükseltmek direnci düşüren en etkili yöntemdir. Değişimin parçası olan herkes daha az endişe duyar ve daha kolay kabullenir.
Değişime direnç göstermenin diğer bir sebebi de, her değişimin insani ilişkileri yeniden düzenlemesidir. Değişimin bir gereği olarak çalışanların mevcut iş arkadaşlarından ayrılması ve yeni ortamda eski “hava”nın oluşmayacağı varsayımı, değişime karşı tepkileri kaçınılmaz kılar. Mevcut ilişkilere olan aşırı bağlılığımız bizi çoğu zaman tutsak hale getirir. Hayatımızda zehirli bir aşamaya gelmiş ilişkileri bitirmekte zorlanmamız, zarar verdiği halde işimizden ayrılmaya cesaret edemiyor olmamız, farklı bir semte taşınmaya bile bir türlü karar veremememiz hep yeni olandan tedirginlik duyup yeniyi inşa etme cesaretine katlanmamaktan kaynaklanır.
Her değişimle güç dengeleri de değişir. Kural olarak her değişim sonucunda bazıları ellerindeki gücü kaybederken bazıları daha güçlü olurlar. Değişimden kişisel olarak zarar görecek olanlar, doğal olarak değişime direnirler. İnsanın gücünü, gelirini ve pozisyonunun kaybetme korkusu direnci artırır.
İnsanların dünyayı algılama ve yorumlama şekline bağlı olarak değişime farklı tepkiler görülebilir. Tutucu kişiliğe sahip olanlar değişime herkesten daha temkinli yaklaşırlar. Benzer şekilde, bazı toplumlar değişimi kucaklarken bazıları değişime kapalıdır. İş hayatı boyunca birçok kere köklü değişim yaşamış ve bu değişimlere uyum sağlamayı becermiş insanlar yeni bir değişim karşısında daha rahat bir tavır alırken hiç değişim yaşamamış insanlar çok daha fazla tedirginlik duyarlar.
İnsan ya da şirketlerin de değişimi kucaklaması, hayatın değişim üzerine kurulu olduğu bilinciyle davranması gerekir. Değişim, eğer doğru zamanda olursa işe yarar ve başarılı olur. İş işten geçtikten sonra yapılan değişimin hiç bir etkisi olmaz.
Her değişimin önündeki en büyük engel, zihinlerdeki dirençtir. Direnç ortadan kalkmadan değişimi gerçekleştirmek mümkün olmaz. ■