Daha öncede ifade ettiğimiz üzere; şehir, şehirleşme, şehirlilik gibi olgular üzerinde durulması gereken ve kavramsallaştırmasından dünyadaki, bölgedeki ve Türkiye’ deki gelişim sürecine kadar derinlikli bir şekilde ele alınması gereken bir konu bütününü ifade etmektedir. Zira bu olgular, insanlık tarihinin başlangıcından itibaren, insan hareketlerinin ve sosyal gelişimlerin merkezinde olan bir alanı teşkil etmektedir. Bununla beraber; bu kavramların ifade edilişinden yeryüzünden formlarına kadar oldukça farklılaşabilen bir çerçeveye oturduğu açıktır. Öyle ki; Doğu-Orta Kuzey Afrika’nın Mogadişu, Timbuktu, Mombasa, Nairobi, Kinsaşa gibi şehirleri, modern öncesi dönemin en ‘medeni’ olarak ifade edilebileceği bir geçmişi içinde barındırmakta fakat modern dönemde aynı zamanda kaotik bir şehir yapısına sahip olmaktadır. Söz gelimi, İspanya’nın Endülüs Çağı’nda yeryüzünün merkezi konumunda olan Kurtuba (Cordoba), Sevil (Sevilla), Gırnata (Grenada), Mecrit (Madrid), Mürsiyye (Murcia), Toledo gibi şehirleri, modern dönemde Rönesans karakterini en orijinal şekilde yansıtmasından da fazla köklü bir medeni(yet) tasavvurunu da en güçlü şekilde ortaya koymaktadır. Bu çerçevede, kıtanın iki ucunda yer alan Lizbon (Portekiz) ve İstanbul şehirlerinin birbirine benzer önemli yönleri bulunmakta olup, Kuzey Afrika’nın sahil şeridi şehirleri de Osmanlı Çağı’nın Akdeniz Anadolusu şehirleriyle ortaklıklara sahiptir. Yine; Latin Amerika’nın Arjantin, Brezilya, Şili, Peru gibi ülkelerinin şehir yapıları Endülüs bakiyesinden ve Katolisiszm’den izler taşımaktadır.
Post modern süreç ise; birçok olgu ve olaya yeni tanımlar ve içerikler getirmek yerine, modern dönemde oluşan kimi kavramsal sorunsallara daha geniş bir hareket alanı açtı. Ama bu kavramsal sorunsalların, hareket kabiliyetinin artmasına paralel, çözümlere bütünüyle mümbit bir zemin açıldığı anlamına da henüz gelmemektedir.
Dolayısıyla; ‘şehir’ kelimesi etimolojisi itibariyle de ‘hizmet parametreleri, mühendislik hizmetleri ve bir hayat tarzı’ olgularını içerisinde barındırmaktadır. Bu bağlamda; şehri ‘farklılıkları uyum (harmoni, insicam) içinde bünyesinde birlikte barındıran bir yapı’ olarak ta okuyabiliriz. Buda; Şehir Planlama-Ulaştırma Sistemi ilişiğine; hem teknik hem sosyal ve hem de felsefi bir göndermedir. Bütün bunlar; başından beri ifade etmiş bulunduğumuz ‘intermodal entegrasyonu tam, hizmet parametreleri üst düzeyde, modal dağılımı sağlıklı olan’ bir Ulaştırma Sistemi’ ne yaptığımız vurgunun teknik yanının yanı sıra felsefi-sosyal arka planının da olduğunu göstermektedir. Öyle ise hem şehir içi ve hem de şehirlerarası bütün modlarda ki Ulaşım Ağları; o şehirlerin yörelerin ülkelerin bölgelerin ‘toplar atar ve kılcal damarları’nı teşkil etmektedir.