Yaşadığımız toplumda, insan kendi karakterini buluncaya kadar kendisi olamaz. Doğduğu andan itibaren kendisi için yazılmış rolleri oynamaya yönlendirilir. 360 derecelik hayat dairesinin (yaklaşık 36 sene) ilk turu böyle bir hengâme içinde geçer. Daha sonra ikinci tura başlayan insan kendisini ve yaşamını sorgulamaya başlar. Bu andan itibaren kendine yazılmış reçete veya biçilmiş role itiraz etmeye başladığında; en yakın çevresinden bile tepki almaya ve düne kadar mevcut düzen içerisinde sorun çıkarmadan yaşayan insan kendi hayatı ile ilgili kendince bir takım değişiklikler yapmak istediğinde değiştiği, farklılaştığı dile getirilmeye başlanır.
Çevresindeki insanlar, bu değişikliğe anlam veremedikleri için aykırılaşmanın altındaki nedenleri irdelemeye başlarlar. Bunun için para, başka birinin hayatına girip müdahale ettiği vs,vs gibi pek çok varsayım üretilir. Ancak nedense değişimin insanın kendisinden kaynaklanmış olabileceği ihtimali kimsenin aklına bile gelmez. Çünkü mevcut düzen içerisinde bu güne kadar öğretilmiş rolleri oynayan insanın nasıl olurda durup dururken çizgi değiştirmesi anlaşılır bulunmaz.
İnsanın, kendi özgünlüğünü keşfetmesi, kendini ifade etmek istemesi, kendini düşünmesi, bir topluma ait olma kadar güçlü bir ihtiyaçtır. Çoğunluk, içinde yaşadığı koşullarından ne kadar şikâyetçi olursa olsun, bu koşulları reddedip, alışılmışın dışına çıkmak yerine, “sadece benim başıma değil, herkesin başına geliyor, sistem böyle” diyerek kaderine razı olur.
Yeni bir yol denemek, hem çevrenin tepkisini çekmek hem de risk almak anlamına geldiği için, çoğu insan bu iki sorunla uğraşmak yerine, herkesin seçtiği garantili yolları tercih etmek zorunda kalır. Maalesef, özgün olma potansiyeli olan birçok insan bu şekilde davranılarak sıradanlaşır.
Bilinen yollardan giderek başarılı olmak, orijinal olmaktan çok daha kolay ve risksiz bir yoldur. İçinde yaşadıkları çevrenin onayladığı tarzda bir hayat seçen insanlar, çok başarılı olsalar bile, kendi özgünlüklerini ortaya koyamazlar. Kendi kendilerini sansürleyip, kendi düşlerinden gönüllü olarak feragat ederler.
Yetenekli pek çok insan, farklı, özgün olmaya gelince, kendinde o cesareti görmez. Özgün yollar seçen insanlar da herkes kadar endişe ve korku duyarlar. Ama çoğunluktan farkları, bu korkularına rağmen kendi yollarını seçme cesaretini göstermeleridir.
Özgün olan insanlar, genellikle her adımını çok iyi planlayan, her işi zamanında bitiren çok disiplinli insanlar da değildirler. Pek çok özgün insan, en yaratıcı fikirlerin son anda akıllarına geldiğini söyler. Çoğu özgün insan, sistemli bir şekilde tembellik yapar ve yol boyunca kendisini sürekli geliştirir.
En özgün insanlar hiç hata yapmayanlar değil aksine en çok başarısızlığa uğrayanlar arasından çıkar. İnsan ne kadar çok girişimde bulunur ve denerse (ne kadar hata yaparsa) o kadar çok değişik yol ve yöntemle karşılaşır ve tamamen özgün bir sonuca ulaşma şansını artırır.
Eğer insan, kendinde farklı bir yetenek, farklı bir anlayış, farklı bir ruh görüyorsa, inisiyatif alıp, kendi özgün düşüncesini hayata geçirmenin yollarını aramalıdır. Korkularına rağmen cesaret göstermelidir. Aksi takdirde, içinde bulunduğu durumu onun adına kimse değiştiremez.
İnsanın ilerleyen yaşlarında “keşke” diyerek, pişman olmaması için; çocuklarına “Aslında ben… “ diye başlayan hayıflanma hikâyeleri anlatmaması için, harekete geçmesi, davranması gerekir. Kimse için, hiçbir zaman geç değildir. ■