Lokman Hekim gelse, yaram azdırır… Yaramı sarmaya yar kendi gelsin!
Türküler bizdendir, bizi bize anlatırlar. Kimi zaman sevinir, coşar kimi zaman efkarlanırız türküleri duyduğumuzda. Kimi zaman alır bizi bizden götürür uzaklara, kimi zaman bizde savruluruz onlarla.
Şair şiirce “Neler çekmiş halkım / türküler şahit” (İlhan Berk) diye dillendirirken süzdüğümüz anlamı aktarmaya sayfalar yetmez. Siz oradan bakarsınız, şöyle anlam yüklenir, ben buradan bakarım anlamı çok farklıdır. Onlar böyle bakar farklı sonuçlara ulaşır, biz bir diğer açıdan bambaşka sonuç çıkarırız. Ee, bunun bir de yorumu var; o yorumlar ki dallandırıp budaklandırır da gözükmez olur ucu bucağı.
Güven ve özgüven…
Fotoğraf gerçeği olduğu gibi gösterir, fotoğrafçının çerçevesi yorumları doğurur. Madem öyle, salt fotoğraf olarak bakalım… Bir de şu ‘biz’i, ‘siz’i bırakıp kimsenin töhmet altında kalmasına izin vermeyelim.
Bir tarafta çevre korumacılığı, nüfus yoğunluğu, sosyoekonomik olarak bir merkezde toplanma var; diğer tarafta güven ve o güvenin doğurduğu özgüven. Bir tarafta 30 yılın 50 yılın perspektifi çiziliyor; diğer tarafta kaygılar geleceğin çok da parlak olmadığını işaret ediyor. Tam da iki ucu sivri kazık!
İstanbul’a kurulacak olan 3. havalimanı için yapılan ihaleden rekor çıktı. Yüklenici konsorsiyum bu kadar parayı nereden bulur, nasıl yapar, nasıl kazanır gibi binlerce -hem de kasap çengeli misali- soru işareti arasında bu harcamayı çıkartmak için bizden (halktan) ne isteyecek, neyi ne kadar pahalandırarak hayatımıza girecek gibi kontra sorular da yer alıyor. Sahi, otoyollar, olimpiyat, Kanal İstanbul projesi derken İstanbul’un zaten sorunlu olan altyapısı -belli anlamda- stratejik risk oluşturmuyor mu?
Çevre ve çevre korumacılığı
Bilinen bir şey var: biz çevreyi korumuyoruz. Kentin içinde bir avuç yeşillik bile kalmadı, her yer beton yığını. Yeşili yok ettiğimizden dolayı yüksünmüyoruz, gocunmuyoruz… umursamıyoruz da. Örnek vermeme gerek yok, camdan başınızı uzatsanız göreceksiniz. Bir noktayı vurgulamakta yarar var: İstanbul, tarih boyunca su sorunu yaşadı. Hep susuz olduğu için uzaklardan, çok uzaklardan su getirilmeye çalışıldı. Yani hem suyumuz yok hem yeşili korumuyoruz hem de gözü karayız. Güngör Uras, anılarında, Planlama Dairesi’nde görevliyken Boğaziçi Köprüsüne karşı çıkmalarının altında ileriye yönelik plan, program, strateji oluşturma eksikliğinin yattığını anlatıyor (“Saf ve Bakir Anadolu Çocuğu”, İş Bankası Yayınları). 3. havalimanına ihtiyaç duyuluyor olabilir, ama belli bir plan, program dahilinde “neyi, ne kadar ve niye yaparsak bir sorun doğmadan çözüme ulaşırız”ı düşünmek gerek.
Niye?
Atatürk Havalimanı kentin ortasında kaldı, büyümesi mümkün değil, ihtiyaçları karşılamıyor… Haklısınız. Ancak Dünyanın en büyük ve planlanan kapasitesini uzun yıllar dolduramayacak havalimanının yeri çok mu doğru? Yolları, altyapısı, harcanacak paranın nasıl çıkarılacağı hiç düşünüldü mü? Aynı şekilde Kanal İstanbul projesi için de kaygılar mevcut; binlerce soru işareti dönenip duruyor başımızda.
Unutulmasın, bütün gelişmiş ülkeler nükleerden kaçınırken, var olan santrallerini kapatırken; biz, hem de en güzel yere, Sinop’a nükleer santral yapıyoruz. Fukuşima felaketinden sonra santral yapmama kararı alan Japonlarla hem de. Bu durum sizin de kafanızı karıştırmıyor mu?
Sonuç yerine...
Yeni bir havaalanının işlerliğinin kazanması için en az on yıl geçmesi gerektiğini söylemişlerdi, Sabiha Gökçen’in neden tercih edilmediğini sorduğumda. Yeni havalimanının ihalesini kazanan konsorsiyum harcadıklarını kazanmak için her şeyi pahalı satacak. Havaalanı vergisi yükselecek, bir bardak çay -şu an zaten pahalı- daha da pahalanacak, uçaklardaki ikramlar -neredeyse hiç kalmadı- iyiden iyiye azaltılacak. Yolcuya “su bile yok” denilecek onca kazandırmasına rağmen. Tabii, buna tam kapasiteye varıncaya kadar (altyapının, ulaşım olanaklarının, insanların ve uçak şirketlerinin kabulünün tam olduğunu var sayıyorum) geçecek zamanı da ekleyin.
Havalimanını yaptıran ve/veya yapanlar gerek çevresel (binlerce ağaç kesilecek, İstanbul’un zaten olmayan yeşilliği iyiden iyiye yok edilecek), gerek toplumsal (oralarda yaşayanların gelecek için beklentileri karşılanacak mı, şehir o tarafa büyüyünce altyapı yetersizlikleri göz önüne alındı mı), gerek ekonomik (zaman ve zemin açısından harcamaların karşılığı var mı, bulunduğunda karşılığında neler verilecek) gerekse sosyoekonomik (katlanarak artacak sorunları şu an yaşayanlar gibi daha doğmamış insanlar da yaşamları boyu sırtlarında kambur olarak taşıyacak mı) zararlara yol açtıklarını biliyorlar mı? Bir şey yaparken, bir başka şeyi göz ardı edemezsiniz. Geleceğe yönelik çizilen perspektif ne kadar güzel gözükürse gözüksün insanların rahatını ve huzurunu kaçıracaksa, ülkenin refah seviyesini düşürecekse orada durup düşünmek gerekir.