Bütün kültürlerde köklere bağlı olmak vardır. Hem zaten boşuna ana vatan, baba ocağı demiyoruz. Victor Jara,
"Şarkım ne gelip geçici övgüler düzer
ne de başkalarına ün katar,
yoksul ülkemin
kök salmıştır toprağına.
Orada, her şeyin bittiği
ve her şeyin başladığı yerde,
söylerim o her zaman yiğit ve derin
sonsuza dek yeni olacak şarkıyı."
diyor bir şarkısında...
Şiirin anlattığı...
Şair, meramını kestirmeden anlattığı dizelere, aynı zamanda birçok anlam da yükler. Sadece sözcüğün işaret ettiğiyle yetinmez şiir, her sözcükte yeni bir katmanla yeni bir dünyaya yelken açar. Okur, kimi zaman kendi duygularıyla çakıştırarak o ‘anlam’ı yüceltir, kimi zaman da tam tersine -belki de bile isteye- çatışır şairin yükledikleriyle... Çıkansa şiirin kazanımıdır; tabii, okur da şair de kazanmıştır...
Aklıma Ahmed Arif geliyor... “Hasretinden prangalar eskittim” diye kime seslenir? Kuşkusuz artık biliyoruz. Bizim gençliğimizde, kanımızın deli deli aktığı o umut, heyecan ve aşk dolu olduğumuz dönemde ne çok anlam yüklerdik... ne çok savunurduk bizce -ve belki de sadece o an için- geçerli olanı. Aşk çıkarmamız beklenirdi, doğrusu öyle de olmalıydı, ama özgürlüğü, sosyal adaleti, barışı daha çok ve sık süzerdik dizelerin anlamı olarak.
Yanılmak da aşka dâhil
Leyla Erbil’e yazdığı mektuplardan öğreniyoruz ki bizim yana yakıla savunduğumuz düşler ve düşünceler değil sırılsıklam aşkmış Ahmed Arif’in dizelerindeki... hem de karşılığını bulamamış.
Bizimki de bir çeşit aşktı aslında... Uğruna ölümlere gidip geldiğimiz... zındanlara düştüğümüz... sürgünlere gittiğimiz. Bizimki de karşılık bulamayan bir aşktı... hala da bulamadığı gibi, daha uzun yıllar var önünde. Kim bilir, belki bir gün...
Geleceğe kalmak...
Victor Jara, yukarıda alıntıladığım şarkı sözünde aynı umudun izini sürüyor. Şair de, şiir de geleceğe kalır muhakkak. Aşk da, aşık da kalacaktır kuşkusuz... değil mi ki “Dağları un eder Ferhat’ın gürzü” hem de “Muhammed, İsa aşkına”.
Bir aşk kalır geriye bir de aşıklar... tabii, onları bize taşıyan şiirler de. Dilden dile, kulaktan kulağa yayılır o öykünülesi aşklar... rüyaları süsler, uçuk mavi dumanın arkasından... Bakarsınız da göremezsiniz, işitirsiniz de duyamazsınız; anlamlandıramazsınız da yüzünüze yansıyanla yetinirsiniz. Kolay değildir aşık olmak, kolay değildir aşkın ağırlığını taşımak.
Mayıs... ah, Mayıs!
Doğanın uyandığı bu ayın belirleyici günü Hıdırellezdir ya... pek kulak asmaz bizim kuşak Hıdırelleze. Aşkın belirleyici olmasına karşın bırakmaz peşimizi duygularımız... 1 Mayıs’la başlayan mücadele, 40 yılı aşkın bir zamandır küllenmeyen ve Dünya durdukça küllenmeyecek bir aşkın Deniz, Yusuf ve Hüseyin’in sırf inat uğruna idam edilmeleriyle daha bir güçlenir ve kuşkusuz Hıdırellezi de alıp içine aşkla donanır. Çünkü yeni filizlenmiş bahar dalı ile “baht açıklığı” dilenir o gün aşk için.
İşte, en tam da onun için belirleyicidir aşk. İşte, en tam da onun için uzattım ellerimi tutmanızı bekleyerek. İşte, en tam da onun için
"birbirimize verecek ellerimiz var
uzaklara götüreyim sizi, tutun elimden
bunca yaşadım, yüzüm değişti durdu,
aştığım her eşikte, tuttuğum her elde
baktım kardeş bahar daha canlı, daha taze
birbirimize verecek ellerimiz var
daha güzel değil hiçbir şey
birbirimize bir orman gibi bağlanmaktan" (Paul Eluard)