Bu kez siz değerli okuyucularımla; şehirleşme süreci, şehir olgusu ile ilgili paylaşımlarda bulunacağım. Ulaştırmanın gelişimi ve ülkemizde ulaştırma sisteminin mevcut durumunu, türel dağılım ve entegrasyon üzerinden aktarmaya çalışacağım. Bu çerçevede demiryolu ve denizyolu ulaştırma türlerinin mevcut durumuna eğilerek, İstanbul özelinde yapılması gerekenler üzerinden bir değerlendirme sunacağım.
Daha önce de ifade ettiğimiz üzere; şehir, şehirleşme, şehirlilik gibi olgular üzerinde durulması gereken ve kavramsallaştırmasından dünyadaki, bölgedeki ve Türkiye’deki gelişim sürecine kadar derinlikli bir şekilde ele alınması gereken bir konu bütününü ifade etmektedir. Zira bu olgular, insanlık tarihinin başlangıcından itibaren, insan hareketlerinin ve sosyal gelişimlerin merkezinde olan bir alanı teşkil etmektedir. Bununla beraber; bu kavramların ifade edilişinden yeryüzünden formlarına kadar oldukça farklılaşabilen bir çerçeveye oturduğu açıktır. Öyle ki; Doğu-Orta Kuzey Afrika’nın Mogadişu, Timbuktu, Mombasa, Nairobi, Kinsaşa gibi şehirleri, modern öncesi dönemin en ‘medeni’ olarak ifade edilebileceği bir geçmişi içinde barındırmakta fakat modern dönemde aynı zamanda kaotik bir şehir yapısına sahip olmaktadır. Söz gelimi, İspanya’nın Endülüs Çağında yeryüzünün merkezi konumunda olan Kurtuba (Cordoba), Sevil (Sevilla), Gırnata (Grenada), Madrid, Mürsiyye (Murcia), Toledo gibi şehirleri, modern dönemde Rönesans karakterini en orijinal şekilde yansıtmasından da fazla köklü bir medeni(yet) tasavvurunu da en güçlü şekilde ortaya koymaktadır. Bu çerçevede, kıtanın iki ucunda yer alan Lizbon (Portekiz) ve İstanbul şehirlerinin birbirine benzer önemli yönleri bulunmakta olup, Kuzey Afrika’nın sahil şeridi şehirleri de Osmanlı Çağının Akdeniz Anadolu’su şehirleriyle ortaklıklara sahiptir.
Uygarlıkların ışığında…
Latin Amerika’da Arjantin, Brezilya, Şili, Peru gibi ülkelerin şehir yapıları Endülüs bakiyesinden ve Katolisiszm’den izler taşımaktadır. Anadolu’da şehir kültürü -bilinen anlamda- Hititler, Frigler, Lidyalılar, Sümerler’e kadar uzanmakta olup, özellikle Karasal Anadolu’daki şehirleşmede Hititler’in varlığı görülmektedir. Takibinde; Anadolu’da -kültür ve dil olarak- Grek egemenliğinin olduğu Bizans Çağında, eski tarihlerden o döneme aktarılan şehir yapılarının yok olmaya yüz tuttuğu, Anadolu’da özellikle yer yer Ege, Akdeniz ve Karadeniz’de koloni şehirleşme örneklerinin görüldüğü bilinmektedir. Bu dönemde Bizans-Pers çekişmesi kaynaklı olarak Doğu Anadolu, Ortadoğu Anadolu ve Doğu Karadeniz’de, mutlak hakimiyetin olmadığı ve çatışma sahalarının olduğu ve dolayısıyla kale şehirlerin bulunduğu bir ortam mevcuttur. Anadolu’da Selçuklu Çağının başlangıcı, siyasi-kültürel-ekonomik birliğin satıh boyunca sağlanmasını ifade etmektedir. Dolayısıyla, Selçuki Dönemde Orta Anadolu, Ortadoğu Anadolu, Doğu Anadolu ve İç Batı Anadolu boyunca karasal satıhta, Sivas, Erzurum, Erzincan, Konya, Kayseri, Kars, Manisa, Kırşehir, Karaman, Malatya, Ahlat, Adilcevaz, Aydın gibi şehirler kendine has ve bütünlüklü karakteriyle kurulmuş ve belirgin bir rol oynamaya başlamıştır.
Osmanlı Çağı…
Osmanlı Çağında ise; medeniyetin kimliğini yoğunluklu olarak verdiği ve eserlerini bıraktığı şehirler; Bursa, Edirne, Balıkesir, Aydın, Denizli, Kastamonu, İstanbul, Kocaeli, Bilecik, Kütahya ile Balkanlarda, Üsküp, Kalkandelen (Tetova), Ohri, Selanik, Manastır, Şumnu, Razgrad, Plevne, Filibe, Gümülcine, Dimetoka, Prizren, Priştina, Tiran, Elbasan, Berat, İşkodra, Yenipazar (Novipazar), Saraybosna, Belgrad, Sofya olarak öne çıkmaktadır. Ancak Osmanlı Çağının yükselişi, Osmanlı şehir ve kültür algısının, Anadolu, Balkanlar, Rumeli, Kafkaslar, Bilad-ı Şam (Suriye, Ürdün, Lübnan, Filistin), Irak, Hicaz, Karadeniz’in kuzeyi ile Kuzey ve Orta Afrika olmak üzere bütün bir coğrafyada hissedilmesini beraberinde getirmiştir. Modern dönemle birlikte; birçok kavramda ve içerikte olduğu gibi ‘şehirleşme’ olgusunda da en azından algı bazında köklü dönüşümlerin gerçekleştiğine şahitlik ettik. Ancak bu; problemlerin kökten çözümü yerine, birçok sorunsalı ve sorgulamaları da beraberinde getirdi. Post modern süreç ise; birçok olgu ve olaya yeni tanımlar ve içerikler getirmek yerine, modern dönemde oluşan kimi kavramsal sorunsallara daha geniş bir hareket alanı açtı. Ama bu kavramsal sorunsalların, hareket kabiliyetinin artmasına paralel, çözümlere bütünüyle mümbit bir zemin açıldığı anlamına da henüz gelmemektedir.
Günümüze gelindiğinde…
Modern süreçle birlikte; teknik imkanların alabildiğine gelişmesine paralel, sadece kavramların dönüşmesine değil aynı zamanda yeni kavramların meydana çıkmasına da şahitlik ettik. Bu çerçevede; bizler teknik imkanların hizmet ve insan odaklı olarak seferber edilmesine paralel, verimliliğin mevcut olanaklar dahilinde azami ölçülere çekilme gayesine esas alan anlamda ‘akıllı’ kelimesini kullanmaktayız. Akıllı yollar, akıllı binalar, akıllı şehirler ve benzeri kavram yaklaşımlarımız buna birer örnek teşkil etmektedir. Bulunduğumuz yerden, yerkürenin tamamına baktığımızda, içinde bulunduğumuz süreci 100 yıllık, 150 yıllık, 300 yıllık yakın geçmişimizin sorunları, artıları-eksileri, kazançları ve kayıplarıyla beraber oluşturduğu deneyimden hareketle, son 20 yılda gelmiş olduğumuz siyasi süreçle, stratejik bir nokta olarak okumaktayız. Bu ise bize; modernite ile 150 yıllık teknik, felsefi, sosyolojik, ekonomik, kültürel bir yüzleşmeyi hem zorunlu kılmakta ve hem de bir imkan olarak sunmaktadır. Bu anlamda; kapsamlı ve bütüncül bir mevcut durum analizi, GZFT analizi ve Gelecek Projeksiyonu yapmamız gerektiği ve bu çerçevede ilgili, yetkili ve muhatap olan herkese hayati görevler düştüğü ortadadır. Ülkemiz; şehirleşme ve şehirlilik kavramının içini gerek teoride gerekte pratik uzun yıllar boyu tam olarak dolduramamış, bu da her alanda olduğu gibi planlama eksiklikleri ve disiplinler arası koordinasyon kopukluğu gibi sebeplerle birleşerek karmaşık problemlere yol açmıştır.
Göç dalgaları…
Kültürel ve sosyal düzeyde üretilemeyen çözümler, ekonomik kısıtlarla da birleşince göç olgusu büyük bir ivmeyle ortaya çıkmış ve Cumhuriyet tarihi boyunca 4 ana göç dalgası ortaya çıkmıştır. Bu göç dalgalarının her birinin dönemsel ve karakter olarak kısmi farkları olmasına karşın, geneli itibariyle önce köyden köyün bağlı olduğu kasaba, nahiye, ilçe ve il merkezine, sonraki adımda; il merkezlerinden yöre merkezlerine, sonrasında bölgesel merkezlere, son adım olarak ise İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa, Adana, Mersin, Kocaeli, Konya, Antalya, Samsun ve Manisa gibi merkezlere doğru bir göç yönü ortaya çıkmıştır. Zaman zaman, bu göç olgusu bütün bu belirtilen adımlarla takip edilmeyip, söz gelimi direk köyden İstanbul’a şeklinde gerçekleşmiştir. Bu ise; kimi şehirlerde dengesiz nüfus dağılımı, kimi şehirlerde insansızlaşma gibi sonuçlar vermekte, çeşitli sebeplerle göçte tercih sebebi haline gelen şehir ise bütün bu dalgayı yönetememekte, plansızlık ve entegrasyon eksikliği gibi nedenlerle şehir taşıdığı insan yükü oranında sanayileşme, kültürlenme, şehirleşme ve şehirlilik gerçekleştirememektedir.
Hepinize sağlıklı, huzurlu, mutlu ve başarılı bir hafta dilerim.