Ulaştırma sistemleri arası dengeli modal dağılım ve intermodal entegrasyon; bütün ulaştırma argümanlarından maksimum düzeyde faydayı, üst düzey hizmet parametrelerini, erişilebilirliği had safhada desteklemektedir ki; bütün bunlar doğru bir ‘şehir planlama’ sürecinin sebebi ve sonucudur. Dolayısıyla ‘kentsel dönüşüm’ün doğru uygulanabilirliğinin de ‘anahtar’ konularıdır. Daha öncede belirttiğimiz üzere; ‘kentsel dönüşüm’ bir prosesi yani süreci ifade eder ki; bu da entegrist bir bakış açısı gerektirir. Nasıl ki ulaştırma sisteminde ‘modal entegrasyon’u ön plana çıkarıyorsak, aynı şekilde ‘kentsel dönüşüm’ de kentte ‘eski ile yeni’ arasında bir uyum (insicam: harmoni) oluşturmayı hedefler ki bu da ancak ‘entegrist’ bir yaklaşım ile söz konusu olur. Bu süreçte; mevcut yapı içerisindeki sorunlu alanların (mahallelerin) tamamıyla yıkılması yerine bütüncül bir bakış açısıyla ‘bu mahallelerin mevcut sorunları’nı kendi iç dinamiklerini harekete geçirerek ıslahı yoluna gidilmesi tercih edilmelidir.
Rant odaklı bakış engellenmeli
Bu da; ‘bütüncül, katılımcı, yönetişimci’ bir süreci ifade eder. Hele ki İstanbul özelinde bu; daha da stratejik ve öncül bir hal alır. Mevcut organik kültürel-sosyal-ekonomik-şehirsel doku; kendi iç dinamiklerinin hareketi geçirilmesi ve dolayısıyla tabir yerindeyse ‘kendi cazibesiyle’ ve bunun iyi yönlendirilmesi-yönetilmesi ile ‘kendi entegrasyonunu çözer ve dönüşümünü tamamlar’ hale getirilmelidir. Burada; ‘rant odaklı’ bakışın önü tamamen alınmalı, ‘hizmet odaklı’ perspektif, bütünüyle öncelenmelidir. Zira; Avrupa’da Prag, Milano, Paris vb. şehirlerin genel görünümünden okumalar yaptığımız takdirde, önümüze ‘tarihi mahalleri (dokusu) ile modern yapıları görsel-fiziksel-toplumsal vb. her anlamda entegre etmiş, sentetik değil ‘organik’ bir yapıya dönüştürmüş bir tecrübe ile karşılaşmaktayız. Aksi durum İstanbul özelinde ve ülkemiz genelinde ‘ekonomik mağduriyetler, sosyal problemler, kültürel kopukluklar, sosyal adaletsizlik ve toplumsal iletişimsizlik’ gibi maliyetleri önümüze çıkartacaktır.
İnsan odaklı, tasarrufu önceleyen…
Daha önce çok defa ele aldığımız ‘sürdürülebilirlik’ kavramı; ‘kentsel dönüşüm’den, ‘entegre ve dengeli bir modal karaktere sahip ulaştırma sistemi’nden ayrı düşünülemez. Burada ‘sürdürülebilirlik’ kavramını; ‘insan odaklı, tasarrufu önceleyen, üretimi karakterize eden ve tüketimi dengeleyen’ bir yaklaşım olarak okuyabiliriz ki; buda ‘günümüzü aşan, ileriyi planlayan ve bunun içinde geçmişin kavrayışı üzerine ayağını yere sağlam basan’ bir bakış açısını beraberinde getirir. Bütün bunlar da; bir ‘süreklilik algısı’ gerektirir. Bu algıda; ‘geçmişi doğru okuyan’ ve bunun üzerine ‘sürekliliği olan bir perspektifin inşası’nı bizlere işaret eder. Bütün örnek batılı şehirler; bu bütünlüğün, sürekliliğin ve sürdürülebilirliğin örneklerini yansıtarak kendi ‘doğruları’nı ortaya koymaktadırlar. Bizler de; bu bağlamda kendi perspektifimizi ortaya koyarak kendi tecrübelerimiz paralelinde ‘doğrularımızı’ üretmeliyiz. O zaman; ‘bizim şehrimiz’ ‘bizim ürünümüz’ ‘bizim çözümümüz’ ‘bizim icadımız’ ve ‘bizim mühendisliğimiz’ diyebileceğiz.
Bizim çözümümüz…
‘Kentsel Sistemler ve Ulaştırma Yönetimi Yüksek Lisans Programı’mız ulaştırma-şehir planlama-mimarlık ana ayakları üzerine oturuyor olup, geniş bir alanda ders havuzuna sahiptir. Bütün bu yönleriyle; şehirleşme-mimari ve ulaştırma arasında karşılıklı ve birbirini besleyen sürekli bir ilişki mevcuttur. Bu anlamda; estetik ve statik birbirini bütünleyen yönlere sahiptir. Dolayısıyla; şehir yapılanmasına tek başına ‘estetik merkezli’ veyahut ‘statik merkezli’ bakmamız eksik sonuçlar doğuracaktır. Osmanlı mimarisinin ‘şehir tasavvuru’ derinlikli bir perspektifin ürünü olup Anadolu-Balkanlar ve geniş coğrafyası ekseninde; göçebe (bedevi) – köylü (haderi) – şehirli (medeni) bağlamında işleyen ve aksayan yönleriyle derin bir inceleme alanının konusudur. Bütün bu muhtevasıyla; tarihi süreçte gelişen politik olayların arka planını da bu ‘şehirleşme’ bağlamında en geniş anlamda görmek mümkün olacaktır.
Nitelik ve niceliğiyle birlikte…
‘Akıllı Şehirler’; şehrin su, doğalgaz, güneş, rüzgar, besin, para, elektrik, petrol, maden vb. ana kaynaklarını veritabanında depolayan bunları yüklenen program dahilinde, yıllık, on yıllık, yüz yıllık periyotlarla tasarruf eden, devreye sokan-devreden çıkartan bir ‘ana ortak aklı’ bünyesinde barındıracak olan şehirlerdir. Burada; teknik imkanlar bir ‘ana veritabanı, işlem adımları, proses altyapısı’’ olarak düşünülebilirse, bunlara bütün girdileri (input), çıktıları (output), nitelik ve niceliği (kalite ve kuantite) ve mantık adımlarını yükleyecek olarak bizleriz. Dolayısıyla; bizim ulaştırmacılarımız, bizim endüstricilerimiz, bizim yazılımcılarımız, bizim enerji uzmanlarımız ve hatta bizim sosyologlarımız, bizim felsefecilerimiz, bizim psikologlarımız, netice olarak ‘bizim siyasilerimiz’ ve ‘bizim halkımız’dır. Burada tam anlamıyla; perspektifimiz-mantığımız-mühendisliğimiz-‘insan odaklı’ yaklaşımımız esas olandır, ‘teknik imkanlar’ ise bütünüyle araçtır. Ve bu gerçekçi bir sentezin, gerçekçi bir okumanın ve gerçekçi bir ‘söz’ ün alt ürünü ve diğer tarafıyla ‘sonucu’ da olacaktır.
Alınan tedbirlerle güçleniyor…
‘Akıllı ulaştırma’nın ülkemizdeki ilk uygulamalarını yakın bir geçmişte İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin Elektronik Denetim Sistemleri (EDS) çalışmaları ile görmeye başladık. Sonrasında bu uygulamalar İstanbul’un hemen hemen her noktasında başarıyla uygulanmaya başladı. Her ne kadar bu ve benzeri uygulamalar ilk etapta ‘ceza’ eksenli ve dolayısıyla ‘yetki-sorumluluğu’ elinde bulunduran idarelerin ‘mali’ kaygıları ve refleksleri olarak algılanabilse de, ülkemizde ‘yasaklar’ın ‘ahlaki’ ve ‘fayda’ eksenli arka planı algılanamadığından (algılatılamadığından) ‘ortak yaşam’ı kolaylaştırıcı bu tedbirlerin ancak ve ancak ‘cezai tedbirler’ ve ‘güçlü denetim mekanizmaları’ ile sağlanabileceği hususu da bir vakıadır. Zira bu da aynı ‘özel araç’ kullanımının yaygınlığının ‘para-statü’ eksenli toplumsal algısının çarpık ve paralel sonuçlarına sahiptir. Yani ‘tüketim kültürü ve alışkanlıkları’nın yönlendirilmesi, daha doğrusu ‘yönetişimi’ ile alakalıdır. Ancak buradaki ince çizgi; ‘yönetme’ ve ‘yönetişim’ arasındaki algıdan geçecektir. Nasıl ki; medyanın abartılı bir güce ulaştığı günümüzde; sistem her ne kadar ‘demokrasi’ olarak işlese de, medya kanalı ile insanların bilinçaltına bir ‘doğru’yu empoze etmek mümkün olabiliyorsa, burada ‘insanların ortak faydası’nı gözetecek olan ‘tüketim kültürü, toplumsal bilinç, şehirlilik algısı’nın arkası ‘yönetişim’ ile doldurulabilir. Zira burada; yönetici kadrolar, STK’lar, vakıflar, üniversiteler, halka ‘medyayı doğru yönde araçsallaştırarak’ çözüme giden örneklikleri ortaya koymalıdırlar. ‘Medyanın işlevselliği’ ancak bu yönde anlam kazanabilecektir.
Medyanın işlevselliği
Bu bağlamda ABD ve benzeri ‘ileri teknoloji-ekonomi’ toplumlarında ‘demokrasi’ heyecanını kaybetmiş ve ‘medya ve benzeri’ güçlerin argümanı haline evrilmeye başlayabilmektedir. Bu; buralarda ‘demokrasi’nin olmadığı anlamına gelmemekle beraber, aslında medya ve görselin tahakkümü altına girmiştir. Ama bu toplumlar- geneli itibariyle- ‘yasak’ algısını kendi ‘ahlakilik’ ölçütleri üzerinden okumayı içselleştirebilmiş toplumlardır. Kuzey ve Batı’nın politik olarak ‘galip’, ekonomik-teknolojik olarak ‘ileri’ toplumlarının bu durumu karşısında, dünyanın geri kalanında; genel ‘tüketim kültürü’ alışkanlıkları ‘takip, taklit, görsel ve statü’ üzerine yoğunlaşmıştır. Bu toplumların birçoğu aynı zamanda ‘gayri safi milli hasılası’ düşük ve ‘yerinden üretim’in olmadığı toplumlardır. Bu toplumları genel seyri; yüzyıllık süreçte, ‘kapalı toplumlar-kapalı cemiyetler-grupsal tahakküm’ ve takibinde de ‘dünyaya açılış’ üzerine bir seyir izlemiş olup, bugün itibariyle ‘kara ve zarara’ ‘fırsatlara ve tehditlere’ açık olan bir ‘güçlü yön-zayıf yön’ değişkenleri havuzuna sahiptir. Buradaki üçüncü adım; bütün bu süreçleri ve karmaşayı toparlayıp bir görüş açısı kazandırabilecek olan bir ‘perspektif inşası’ olmalıdır. Zira halkımız ve benzeri halklar için ‘yasaklar’ bizatihi ‘baskı, denetim ve hatırlatma’ unsurları olarak algılanabilmektedir. Bunda hem yönetimin hem de yönetilenlerin birçok yanlış algısı ve fiili rol almaktadır, almıştır. Esas olan ise tabir yerindeyse ‘hatalı tespiti’ ve ‘ilk nerede ne zaman kimin yanlışı ile başladı?’ sorusuna cevap aramak yerine bir yönetişim anlayışı içerisinde ‘medya-teknik-ekonomi’nin imkanlarını doğru yönde kullanarak ‘olması gereken’i bir örneklik olarak ortaya koymaktır. Burada ‘medyanın yönetişim’i kavramını ve bununla beraber içeriği başlı başına tartışılacak olan bir ‘akıllı medya’ kavramını da ortaya atabiliriz.
‘Akıllı’ okuma ile…
Günümüzde ‘iletişim-bilişim teknolojileri’ gibi konularında ‘ulaştırma’ ile beraber ya da bizatihi içerisinde değerlendirildiği bir süreci yaşıyoruz. Dolayısıyla bütün bu ifade ettiklerimizi de ‘entegrist’ bir bakış açısında toplamak mümkün olabilecektir. ‘Alternatif enerji’, ‘yenilenebilir enerji’ gibi kavramları ‘sürdürülebilirlik’le birleştirerek tam da burada ‘akıllı’ bir okuma yapmamız mümkün olabilecektir. Zira ülkemiz kuzey ve batı ülkelerine kıyasla güneş ve rüzgar znerjisi zenginidir. Bu anlamda, bu enerjiler ölçeğinde İstanbul’umuz; güney ve Ege illerimizden daha fakir olabilir ancak bunun basit bir coğrafi kabul metodu yoktur. Öyle ki; rüzgarların yıl içerisinde, esiş yönleri, iklim-bitki örtüsü, arazi yapısı, yerleşim, enlem-boylam ve benzeri birçok değişkeni vardır. Dolayısıyla ‘akıllı bir tasarım’ dahilinde lojistik altyapısı da güçlendirilmiş bir şeklide oluşturulacak olan tesisleşme süreciyle, bir bölgenin farklı yörelerinde yılın farklı zamanlarında edinilecek maksimum rüzgar enerjisi etütleri dahilinde, en üst düzeyde bir ‘rüzgar enerjisi’ edinimi mümkün olabilecektir. Benzer bir yaklaşım ‘güneş enerjisi’ ve diğer alternatif enerji kaynakları içinde geçerli olabilecektir. Hatta bu kaynakların; edinildikleri coğrafyada, en yakın yörelere direk kaynaktan-tasarruf alanına taşınımının yönlendirilmesi de söz konusu olabilecektir. Bütün bunlar ‘ulaştırma’nın direkt ilgi alanı içerisine girmektedir. Bu bağlamda da; ‘ulaştırma-planlama-enerji’ ekseninin ‘akıllı şebekelendirilmesi’nin tam merkezindeki bir ‘entegrasyon’u ifade etmektedir. Denetim mekanizması güçlü kurulmuş, idari karmaşadan uzak, yerinde müdahale imkanı sağlayan, lojistiğin imkanlarından en üst düzeyde faydalanan, hizmet parametreleri yüksek, sürdürülebilirlik merkezli ve ‘insan odaklı’ yaklaşımlar tamamıyla bir ‘akıllı tasarım’ sürecinin organlarını meydana getirmektedir. ‘Akıllı şehirler’ konusu hizmet parametreleri ile doğrudan bağlantılı olup elektronik-yazılım-ulaştırma-endüstri-makine mühendislerini bir araya getirecek bir arka plana sahiptir. Bu anlamda akademi-piyasa entegrasyonu, teori-uygulama entegrasyonu ve benzeri birçok sosyolojik-felsefi-teknik entegrasyon anlamında içeriği doldurulabilecek bir geniş alanı ifade eder. Bu anlamda; caddelerden mahallere, ilçelerden yörelere geniş bir okuma ve yeniden yapılanma fırsatlarını barındırır. Aslında; batının ve son dönemlerde Uzak Asya’nın öncülüğünü yaptığı teknik gelişmelerin ‘imkanları’nın salt okunurluğunun bizim olan bir ‘perspektif’le birleştirilip gerçek bir yeniden yapılanma ihtimalini ortaya koyar. Sağlıklı huzurlu mutlu ve başarılı bir hafta dilerim. ■