Şehir; aynı zamanda bir yerleşim biriminin tarihi ve sosyal bütünlüklü sürecini de ihtiva eder, topografyasından beşeri yapısından vurgular taşır, teknik imkanları dahilinde bunu farklı şekillerde ortaya koyar. Sözgelimi Ankara; karasal iklimin hakim olduğu, Cumhuriyet döneminde başkentliği sebebiyle hızla gelişmiş ve dolayısıyla daha rahat planlanmış, daha düzenli (regular) ve olağan bir şehirleşme süreci takip etmiştir. İzmir; kozmopolitliğini ‘mübadeleler’ ile birlikte daha cumhuriyetin ilk yıllarında farklı bir şekilde yeniden formatlamış, sürdüre gelmiş ve üçüncü büyük kent olarak on yıllar boyu göç alan bir yapıya sahip olmaya devam etmiş ve fakat çoğu zaman bu süreci iyi yönetememiştir.
Şehirlerin durumu
Konya; genelde düzlük bir topografya üzerinde kurulu, Selçuklu başkentliği tecrübesi ve tarihi zirve şahsiyetlere ev sahipliğiyle, cumhuriyetin kuruluşundaki büyük şehirlerden biri olup, son 30 yılda; üst düzey yerel yönetim hizmetleriyle göçü çok iyi yönetmiş ve Kayseri, Gaziantep vb. örneklerle birlikte düzenli, geniş caddeli sokaklarıyla göçü başarılı bir şekilde yönetmiştir. Erzurum; halen ‘şehir kültürü’ yapısını ciddi şekilde korumaktadır. Aynı şekilde; Urfa, Antalya, Bursa, Diyarbakır, Trabzon ve Sivas vb. şehir tecrübeleri de başlı başına incelenmeye değerdir. Bu anlamda; eşsiz İstanbul örneğine bakacak olursak… Tarihin en hızlı aktığı coğrafyanın en büyük tehditlere ve fırsatlara gebe olduğu Anadolu-Mezopotamya-Kafkaslar-Balkanlar-Ön Asya’nın merkezliğindeki megakent; Avrupa’nın onlarca ülkesinden daha büyük bir nüfusa, eşsiz doğal ve tarihi güzelliklere, Boğaziçi’ne ve Dünyadaki bütün güncel teknolojik vb. iletişim araçlarına doğrudan erişilebilirlik imkanına sahiptir. Bu imkanların arka planındaki tarihi sürece baktığımızda; bunun ‘sürekli işgaller, kuşatmalar, engebeli topografya, büyük göç hareketleri üzerinde bulunma’ gibi gerçeklerle buluştuğunu görüyoruz.
İstanbul çok farklı
Bütün bu tecrübesiyle İstanbul doğal yapısı ve tecrübesi itibariyle olağan dışı (irregular) bir devasa şehirdir. İstanbul; şehirleşme-ulaşım-göç-hizmet-siluet-dönüşüm vb. parametreleri itibariyle çok daha büyük ölçeklerde ve kendine has özellikleriyle değerlendirilmesi gereken bir yapıyı ifade etmektedir. İstanbul’un doğal yapısı aynı zamanda deniz ulaşımı-demiryolu ulaşımı-kablolu sistemler (teleferik) iç suyolları ve benzeri ulaşım modlarına sağladığı imkanlarla ‘intemodal entegrasyon ve dağılım’ konusunda en uygun ve orijinal imkanları potansiyel olarak sağlayabilecek bir şehirdir. İçerisinde barındırdığı yeni iç merkezlenmeler dolayısıyla da ‘normal şartlar’ şehirlerarası olarak sınıflandırılabilecek kimi ulaşım sistemlerinin ‘İstanbul’ özelinde ‘şehiriçi’ olarak da değerlendirilebileceğini söyleyebiliriz.
İstanbul’da ulaşım altyapısı
Bütün bunlarla beraber; İstanbul; yeni ve gelişen ulaşım sistemlerinin imkanlarıyla; Trakya-Güney Marmara-Batı Karadeniz-İç Batı Anadolu’yu kapsayan geniş bir alanın ve hatta, Bulgaristan, Yunanistan’ın kuzeyi, Makedonya, Kosova, Bosna Hersek ve Sırbistan’ın kuzeyi ve Karadağ gibi geniş bir uluslararası coğrafyanın mevcut şehirlerini orta vadede günübirlik yolculuk imkanlarıyla Alt-Şehir olarak kendisine bağlayabilecek potansiyeldedir.
Son 150 yıllık klasik algı bizi; Dünyayı Batı ve Doğu eksenli ve Batı Merkezli (ister karşıt ister taraf olsun) algılama refleksine itti. Halbuki bu tür net bir kategorik ayrım dünyanın hiçbir döneminde olmamış olup, ‘sürdürülebilir’ de değildir.
Teknolojik gelişmeler
Ayrıca burada; Kuzey-Güney eksenini de göz önüne almak durumundayız. Dünyada her ne kadar; son yüzyılda ‘teknik gelişmeler’in ışığında tarafımıza ‘hareket kabiliyetinin maksimizasyonu’ olarak güdülenmiş olsa da, tarih boyunca her dönem insanlar bir şekilde hızlı akan bir tarih içerisinde (özellikle coğrafyamızda) hızla hareket etmişlerdir. Bugün de; bu insan hareketleri ‘büyük parametreler ölçeği’nde hızla devam etmektedir. Ancak görülmektedir ki; dünyada teknik ve ekonomik gelişmelerin öncüsü görünen yapıların ‘sosyal ajandası’nın sürekliliği zayıflamaktadır. Bu anlamda; nüfus hareketlerine baktığımızda küresel anlamda Güney ve Doğu’dan Kuzey ve Batı’ya göç hareketlerinin ivmelenerek devam ettiğini ve insanların ekonomik-sosyal kaygılarla göçünün yanı sıra ‘vatanını, güvenliğini, özgürlüğünü’ tamamen kaybetmiş olarak kitleler halinde göçe devam ettikleri, ilk çeyreğinin sonuna yaklaşmakta olduğumuz 21. yüzyılın en önemli yakıcı gerçeklerindendir.
Dünya ölçeğinde…
Bunun yanı sıra 30-50 yıllık nüfus projeksiyonlarında; en büyük nüfus artış oranlarının Afrika Sewahili (Sahili) Bölgesinde (Sudan, Somali, Eritre, Kongo, Kenya, Cibuti, Uganda, Zaire), Hind Alt Kıtası’ nda (Hindistan, Pakistan, Bangladeş, Sri Lanka), Asya Pasifik ve Hindi-Çin’de (Filipinler, Tayland, Vietnam, Myanmar), Kuzey Afrika’da (Mısır, Cezayir, Libya), İç Asya’nın güneyinde (Afganistan, Özbekistan, Tacikistan), Latin Amerika’da(Kolombiya, Meksika, Venezüella, Peru) ve Yakın Doğuda (Suriye, Irak, Filistin, Lübnan) olduğunu görmekteyiz. Bunu; Kuzey-Güney ekseni ile ve AB’nin ekonomik gidişatı ile birleştirdiğimizde; karşımıza Avrupa Rusya’sı-Polonya-Ukrayna-Türkiye-Mısır-Sudan hattı çıkmaktadır. Dolayısıyla bütün bu verdiğimiz bağlam; çoklu okumalar çerçevesinde insan odaklı bir ‘Akıllı Şehirler Akıllı Ulaştırma’ yaklaşımının, bahsini ettiğimiz coğrafyadaki ‘zaruretini ve fırsatlarını’ da ortaya koymaktadır. ‘Hizmet-Denetim-Güvenlik-Hayat Standartları’ algısı; bir bütüncül yaklaşımı gerektirmektedir.
Hepinize sağlıklı, huzurlu ve başarılı bir hafta dilerim. ■