Dünya haritasındaki ülkeler, geçen hafta, Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulunda toplandılar. BM Başkanı ile ABD Başkanı iyiniyetli, kapsayıcı, paylaşmacı konuşmalar ile açtılar genel kurulu.
Sonrasında, Arjantin Devlet Başkanı konuştu, nasıl da başka bir gözle anlattı aynı dünyayı…
- Geçen toplantımızda Esad rejimini terörist olarak tanımladınız. Ona karşı olanları da devrimci olarak değerlendirip desteklediniz. Şimdi de dün devrimci diye desteklediğiniz radikal İslamcılara savaş açmış durumdasınız.
- Hizbullah'ı terörist örgütler listesine koymuştunuz ama sonradan Lübnan'da geniş bir tabanı olan saygın bir örgüt olduğu anlaşıldı.
- 1994'te Buenos Aires'teki İsrail Büyükelçiliğine yapılan bombalı saldırıda İran parmağı aradınız. Ama öyle olmadığı kesinleşti.
- 11 Eylül sonrasında El Kaide terörü gerekçesi ile Afganistan'a ve Irak'a savaş açtınız. Şimdi bu ülkeler dünyanın en ağır durumunu yaşıyor.
- Arap baharını Tunus, Libya, Mısır'da başlatarak radikal İslamcıları kendi ellerinizle iktidara getirdiniz. Oradaki halkların haklarını gasp ettiniz.
- İsrail'in son saldırısında, kelimenin tam anlamıyla ile kıyım ve yıkım yaşandı. Ama siz bunu görmek yerine, sadece, Gazze'den İsrail'e atılan ve hiçbir etki yaratmayan roketleri gördünüz.
- Bugün burada IŞİD'e karşı bir BM kararı çıkarmak üzere toplandık. Oysa IŞİD'in bazı güvenlik konseyi üyesi ülkelerin gözetiminde kurulup beslendiğini herkes görüyor. IŞİD ve El Kaide'nin elindeki silahların izini kim sürebilir?
- Büyük güçler dost ve düşman kavramını çok kolay değiştirebiliyorlar. Teröristler dost, dostlar da terörist olabiliyor. Ortadoğu’da bir terörizm canavarı yarattınız ve bu canavar artık kontrolünüzden çıktı. Afrika'dan Ortadoğu'ya kadar koskoca coğrafyayı açık yara haline getirdiniz.
Bu konuşmanın üzerine, Kasım 2014'teki "Önce Ülkem Sonra İlkem" başlıklı yazımı hatırladım ve bir parçasını alıyorum buraya.
“… Şimdilerde de "Önce Ülkem, Sonra İlkem" sloganı çıktı, çünkü Ortadoğu konuları onları dağıttı, kalıplarını sarstı. Geçen ay nefret ettiği grup ile bu ay işbirliği yaptığını açıklayabiliyor ülkeler, en büyükleri de dahil.
Milyonlarca mültecinin sınırımızdan girmesine bakmıyor da; kendilerinden gelen kişilerin aynı sınırdan geçmesini (çıkmasını) antidemokratik buluveriyor.
Ben de böyle diyorum artık: Her Şey Vatan İçin! …”
Bir devlet başkanının kapsamlı sözleri ile nasıl da benzer görüşlere erişmişiz.
Dünyaya dikkatli bakmak gerek.
* * *
Yukarıdaki olaylar nasıl böyle oluyor, peki? Cevabı var:
Amerika'nın üniversiteleri bilimsel buluşlarından kazandıkları para ile yaşarlarmış, patent hakları ile. Mesela Kaliforniya'nın üniversiteleri buldukları ilaçların patent haklarından 1 milyar dolar kazanmışlar. Sarılık aşısından 440, gelişme hormonundan 245, prostat kanserine bulduğu ilaçtan 110 milyon dolar...
Bu ülkenin üniversiteleri 6.400 ilaç patentine sahip. Patent gelirinde ilk sıradaki üniversite 360 milyon dolar kazanmış.
Sanayi üniversitelerin müşterisi. Üniversiteler de müşterilerinin taleplerine duyarlı öğretim ve araştırmalar yapıyor ve ihtiyaca uygun dallarda, uygun sayıda öğrenci yetiştiriyor.
Geçen haftalardan hatırlarsınız, 45 üniversitemizde 250 akademisyenin öğrencisi yok. Türkiye ekonomisinin yüzde 60 ve yüzde 20'sini temsil eden 2 STK bu durumlardan sorumlu. Çünkü yüksek katma değerli üretimi onlar yapacaklar.
* * *
Bir cevap da dünyanın büyük bankalarından birinin araştırmasından: Dünyanın fakir yüzde 50'si dünya servetinin yüzde 1'ine; zengin yüzde 1 de yüzde 49'una sahip, yani 49 kat zengin.
Zengin yüzde 10 dünya servetinin yüzde 87'sine sahip, Türkiye'de yüzde 77'sine. Türkiye'de 53 milyon yetişkin var. 2000 yılında her yetişkinin serveti 12 bin 300 dolar iken 2015 yılında 19 bin 300 dolara çıkmış. Dünyanın serveti yüzde 25 artarken Türkiyelinin serveti yüzde 58 artmış.
Bu zenginlik farkı da artık silahla korunabiliyor.
Silah ve Barış?
Düşünüyorum… ■