2024-09-02 14:42:29

Bir şiddet sarmalı…

Korkut Akın

korkutakin@gmail.com 02 Eylül 2024, 14:42

Şair şiirce, “gün günden ağır geliyor” diyordu; gerçekten de bir önceki günü arıyoruz her anlamda; sosyal, siyasal, ekonomik, kültürel, çevresel… 

Yaşananları hep birlikte takip ediyoruz, bazı şeyleri düzeltmeye gücümüz yetmiyor, bazı şeyleri düzeltebilmek için bilgimiz, bazıları için de birlikteliğimiz yetmiyor… Hepimiz yakınıyoruz, ama çözüm bulmak için kimse parmağını oynatmıyor. Vermeye çalıştığım örnekleri çoğaltabilir, kendinize (işinize, ailenize) uyarlayabilirsiniz.

Bir adam, eşini kalabalık içinde öldüresiye dövüyor, onca insan var, kimse, ama kimse, “ne oluyor” demiyor. Annesi dövülen çocuğun gözleri fal taşı, çaresizlikten donmuş kalmış. Oturan biri var, tam önünde, ayaklarının dibine serilmiş kadın öldüresiye dövülüyor, tınmıyor bile…

Ayakta olanlar var, iri yarı, güçlü de görünüyorlar, ama bırakın müdahale etmeyi harekete bile geçmiyorlar. Çarşı içi, esnaf ise “neme lazım, ben parama bakarım” zihniyetinde…

Neden sonra, bir gazeteci arkadaş, konunun üzerine gidiyor; oturan kişinin engelli olduğu çıkıyor ortaya, ama neden bağırıp, kimseyi yardıma çağırmadığı meçhul. Olaya en yakın tanık olan ise “aile içi” diye karışmadığını iddia ediyor. Esnaf, hamile karısını (imam nikâhlıymış) dövenin Roman olması nedeniyle çekindiğini itiraf ediyor. İşin en kötüsü ne biliyor musunuz? Polis geldikten, deyim yerindeyse sorun bittikten sonra hepsi adamın üzerine üşüşüyor, linç etmek için.

Bu bir toplumsal travmadır ve Madımak Oteli’nde yakılan 33 aydının katlinden farkı yoktur; orada da herkes susmuş, asker ve polis de dahil kimse müdahale etmemişti. Acı içinde yanarak ölen yazarları, şairleri, oyuncuları seyretmişlerdi; validen bakanına, hatta başbakanına cumhurbaşkanına kadar. “Nereden nereye” sözünün yanıtı gizli bu olayda.

Bu, bir örnek, bir diğeri ise akran zorbalığıyla başlayıp arkadaşlarını delik deşik eden gençler var. Duvara yazı yazmışlar, niye sen yazdın, neden ben yazamadım diye birbirlerine girmişler… Yine kimse karışmamış, müdahale etmemiş, kimse güvenlik güçlerini çağırmamış. Olan 16 yaşında, hayatının baharındaki bir gence oldu ve ailesine, tabii, diğerlerinin ailelerine de…

Bir kız, sokak röportajında, yöneticileri eleştirdiği için apar topar tutuklanırken, çuvallar dolusu yasadışı kazandıkları kara para nedeniyle bilmem kaç yılla yargılanan fenomen tahliye edildi. Ayrıntısına gerek var mı?

Anayasaya ve Anayasa Mahkemesine rağmen tutukluluk hali sürdürülen milletvekili ile birçoğu siyasetçi ya da toplumsal yaşamın düzenlenmesi için çaba harcayan insanlar için de benzer bir şiddet yaşanıyor. Sessizlik de bir şiddettir ve susmak haksızlığı, hukuksuzluğu onaylamaktır.

Peki, ne yapmalı?

Evrensel hukuka göre insanların barınma, beslenme, eğitim, sağlık ve çalışma hakları temeldir ve muhakkak karşılanmak zorundadır. Hangisi tam olarak yerine getiriliyor? Hiçbiri. “Ver yetkiyi, gör etkiyi” iktidarı bu temel hakların hiçbirini düzeltemediği gibi daha da kötüleşmesi için elinden geleni yapıyor. 

…ve biz, bütün haksızlıklara, hukuksuzluklara, yalanlara, yolsuzluklara, cezasızlıklara rağmen gidip aynı yönetimi onaylıyoruz. Ayrımsız hepimiz de “müstahaktır bize, elimiz kırılsaydı da…” diye yakınıyoruz birkaç gün sonra. Yarın seçim olsa, unutup yine aynı kişilere oy veririz (maden kazasının ardından Soma’da, deprem sonrası Hatay’da ve diğer şehirlerde olduğu gibi), yine iktidara getiririz. Depremde ölenlerinin acısıyla haykıran görevli, yerdeki adamı hınçla tekmelemişti, hatırlıyor musunuz, büyükelçi oldu.

Ülkemiz maden kuyularıyla doldu, İliç’te maden cinayetinde ölenlerin ailelerine “sus payı” para verilmiş; şimdi işten çıkarıldılar. Arazilerin madene açılmasını iş bulmak için açılmasına olumlu bakanlar, şimdi işsiz, arazileri zehirli, bitki bile yetişmiyor ve üstüne üstlük hayvancılık bile yapamıyorlar. 

Benzer bir durum orman yangınlarında da yaşanıyor. Tasarruf adı altında vatandaşın maaşına göz dikenler, orman yangınlarını önlemeye yönelik hiçbir tedbir almıyor. Yangın söndürme uçaklarımız, ekipmanlarımız yetersiz. 

Yani suçun büyüğü bizim.

Linç ederek (idam da aynı bana göre) ile bir sonuç elde etmek mümkün değil. Asarak, keserek bu haksız ve hadsiz gidişatı durdurmak mümkün değil. Siyasal iktidar yaşamın içindeki şiddeti kabartıp köpürterek kendi sorunlarımızı unutmamızı, bununla da varlığını sürdürmek istiyor. 

Buna izin vermemek gerekir. Bunun için, örgütlenmeli (yerel, mesleki, çevresel, işyeri, okul, sokak, aile içinde, yaşamın her anında, her alanında) ve itiraz etmeliyiz. Üreten de mağdur, tüketen de… Kim kazanıyor, sadece aracı. Niye aracıları aradın çıkarmıyoruz? Bunun için güç bizde, bizim elimizde… İktidarı görevini yapmaya, yükümlülüklerini yerine getirmeye çağırmalıyız. Yapamıyorsa değiştiririz, en iyisini bulana kadar. ■

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.