Yaşar Kemal’in bu özlü sözü ne kadar da doğru. Hep güzel insanlar erken ayrılıyor aramızdan. Belki de o nedenle, “Allah sevdiği kulu erken alır” deniyor, haklılık payı olduğuna inanıyorum.
Akgün Özağır, karayoluyla yolcu taşımacılığı sektöründe herkesin sevdiği ve ilişkisini sürdürdüğü bir gazeteciydi. 2001 yılında, o zamanki “Ulaştırma Dünyası” gazetesi için Büyük İstanbul
Otogarına geldiğimizde, iki kişi vardı. Biri Akgün Özağır’dı ve hep bizimle oldu. Çalışkanlığı, efendiliği, her işe yatkın olmasıyla vazgeçilmezleri arasında yer aldı gazetenin. Diğeri, belki biraz hırsına yenilen, “advortarial” denilen paralı reklam haber yapma sevdasında, kendine yontan biriydi; daha ikinci haftada foyası çıktı ortaya ve ayrıldı.
Yaşıtımızdı Akgün, belki bir iki yaş büyük ama eşitlik vardı aramızda. Evliydi, iki çocuğu vardı: Meltem ve Murat. Murat tasarımcıydı ve gazetemizin (daha çok da aylık yayınlanan Otobüs Dünyası ile Metro Life’ın) sayfalarını çizerdi, hazır kuvvet olarak. Çağırdığımızda koşar gelirdi, yüksünmezdi. Murat’ı da Akgün kadar çok severdik. Meltem ise üniversitenin ilgili bölümünden mezun olduktan sonra akademik kariyer yaptı ve Akgün, hemen her konuşmamızda, doktorasını tamamladığını, bir vakıf üniversitesinde kadrolu eğitim üyesi olarak ayaklarının üstüne dikildiğini söylerdi büyük bir güvenle, mutlulukla.
Daha önce “Babıali”de çalışmış, oradan otogara, basın ve halkla ilişkiler bölümüne gelmişti. Haberciliğinden önce iletişimi güçlüydü ve herkesle ilişki kurabildiği için haber çıkarabilirdi. Haberini kaleme aldığında, yanıma gelir, kısık bir sesle, tamamladığını, bir göz atmamı istediğini fısıldardı. Ben çok mu iyi biliyordum? Hayır, ama eğitimli olana saygısı büyüktü ve ben aynı zamanda bir başka üniversitede ders veriyordum. Konuşurduk, anlatırdı… Tek beklentisi, çocuklarının büyüyüp iş sahibi olmaları ve mürüvvetlerini görmekti. O anlamda mutlu olarak ayrıldı aramızdan, torunlarını da kucağına almış, onları sevebilmişti…
Hep istediğimiz halde, bir iki kez gerçekleştirebildiğimiz hafta sonu buluşmalarına eşi Nermin Hanımla birlikte gelirler ve bir arada olmanın mutluluğuyla gezerdik. Bir kez Sultanahmet’te, bir kez de Abant’ta ailecek gezmiştik. Bizlerin yaşı küçük çocuklarını koruyup kollamak için hep tetik dururdu. Kendi çocukları büyük olduğu için bizlerin çocukları ona torun gibi geliyordu besbelli.
Haberciliğinin yanı sıra fotoğrafçılığından da söz etmeliyim… Sektörel gazetelerin -aslında artık hemen her basın organının- en dikkat çeken şeyi görsellerdi ve Akgün, hemen hiçbir fotoğrafta bulun(a)mazdı, çünkü o her zaman kameranın vizöründen bakıyordu. Hep söylerdim: Fotoğrafı çeken de kareye dahil.
Şimdi, tüm sorunlardan, sıkıntılardan uzak, ama haklı bir mutlulukla yatıyor doğanın kucağında. ■