Nazım Hikmet’in, 1958 yılında, ölümünden yaklaşık üç yıl önce insanları anlattığı bu şiirini, bugün tam da salgın düzeyindeki koronavirüs nedeniyle otobüsçülere yönelik yorumlamak gerektiğini düşünüyorum.
Büyük insanlık gemide güverte yolcusu
tirende üçüncü mevki
şosede yayan
büyük insanlık.
Büyük insanlık sekizinde işe gider
yirmisinde evlenir
kırkında ölür
büyük insanlık.
Ekmek büyük insanlıktan başka herkese yeter
pirinç de öyle
şeker de öyle
kumaş da öyle
kitap da öyle
büyük insanlıktan başka herkese yeter.
Büyük insanlığın toprağında gölge yok
sokağında fener
penceresinde cam
ama umudu var büyük insanlığın
umutsuz yaşanmıyor.
“Büyük insanlık” sözünün yerine “otobüsçülük” veya “otobüsçüler” koyup da öyle okusak bir şey değişir mi? Sanmıyorum.
Karayoluyla yolcu taşımacılığı hizmeti veren otobüsçüler, hem ülkenin ana taşıma sistemini sürdürüyorlar, buna da bağlı olarak ülke ekonomisini ayakta tutuyorlar. Bunu akademisyenlerden siyasetçilere kadar herkes söylüyor. Ancak hak ettikleri değeri görmüyorlar. Hizmet vereceğiz derken kendi haklarının bile ellerinden zorla alındığını fark etmeyen otobüsçüler, ses çıkarmak, taleplerini haykırmak yerine “bir gün bizi de anlayacaklar” diye başları önlerinde bekliyorlar.
Nazım Hikmet’in “büyük insanlığı” gibi otobüsçüler de umudu üzmüyorlar. Umutlarını yitirmiyorlar. Bir gün mutlaka hak ettikleri değeri göreceklerine, ülke yönetiminde söz sahibi olanların bir gün kendilerine de sahip çıkacağına eminler.
Öyle olmuyor ama… Kendi çıkarlarını ön planda tutanlar, otobüsçülüğün ekonominin can damarı olduğunu adları gibi bildikleri halde görmezden geliyor ve iflas etmesi için çabalıyorlar. Bu, bir anlamda kendi mezarlarını kazdıkları anlamına da geliyor. Çünkü ekonomi güçlenmezse onların da egemenlikleri biter. Ekonomiyi canlandırmak, otobüsçüleri engellemek değil, onlara fırsat tanımakla mümkündür. ■