Onat Kutlar, ne iyi etmiş de bu sözü kazandırmış bizlere… Onun yüklediğinden çok daha yoğun anlam taşıyor şimdi. Çünkü bizim ülkemizde sanat genel olarak, içine tükürüldüğü yetmezmiş gibi, ucube olarak nitelendirilip yok edilmeye çalışılıyor. O kadar çok örnek var ki, hangi birini sayayım…
Orhan Pamuk’un kazandığı Nobel’i bile küçümseyip aşağılamaya çalışıyorlar. Bir öğretim üyesi ve yazar arkadaşım, kitaplarının çalıntı olabileceğini bile söyledi geçenlerde. Bu kadar mı gözü kararır insanın! Bu kadar mı başarılı engellenmeye çalışılır! 12 Eylül, kitapları suç aleti olarak gösterip insanları ne kadar apolitize ettiyse, bu arkadaşımın tavrı da o kadar kötü… Geleceğimiz için.
Sinema 100 yaşında!
Sinemamız 100 yaşında. Bu sloganı her yerde görüyoruz, ama altı hala dolmadı, doldurulamadı. İşte, Ayastefanos Abidesi’nin yıkılışının yıldönümü geldi; Kasım 1914. Yeşilçam Akademisi oluşturulmuştu. Saygınlığı yüksek ödüller verecek, genç sinemacıların elinden tutacak, destekleyecekti. Sözde kaldı. Bir ara toplantılarına da katılıyordum, aynı havanda su dövmeler… Nedendir bilinmez, artık çağırmadıkları için neler tasarlandığını, neler organize ettiklerini bilemiyorum. Ama bir şey var bildiğim; sinemamızın 100. yılını adet yerini bulsun diye kutlayacaklar. Kültür Bakanlığı, Bakan’dan ötürü zaten uzak duruyor, onların da neler yapacağı sürpriz.
Bu yıl TÜYAP Kitap Fuarı, ana temasını sinemaya, sinemamızın 100. Yılını kutlamaya odakladı. Bakalım, onların sürprizi ne olacak.
İstanbul Modern, son anda duyduğum bir sergiyle katıldı sinemayı ananlar arasına… “Yüzyıllık Aşk” sergisiyle her türlü sinema belgesini, biraz da nostalji yaşamamız için bizlere sunuyor; 25 Eylül’de açılacak sergi 28 Aralık’a kadar gezilebilir. Kaçırılmamalı.
Tek seçenek kendisi
Yeşilçam, Türkiye sinemasının yüz akı. Her ne yapıldıysa, iyisi kötüsüyle, güzeli çirkiniyle, başarılı başarısızıyla kendi gücüyle yaptı. Gani Turanlı, ilk renkli filmin çekiminde yaşadıklarını anlatıyordu; ‘güzel görünsün’ diye ağaçlara kilim sarılması yeter de artar bile. Binek otomobilin önüne, kamyonun tamponuna bağlanan, TIR’ın camına yapıştırılan kameramanlarla ben de çalıştım, yani o kadar eski değil… Erol Batıbeki, elindeki tahta parçasıyla yıldırım efekti yapmaya çalışıyordu… Filtre olmadığından ışığı dengelemek için perdeler kapatılır, insanlar -hava ne kadar soğuk olursa olsun, ışıkların ısısıyla içerisi hamama dönerdi- terler, oyuncuların makyajı sürekli akardı. Çamaşırhane diye dalga geçerdi çalışanlar, film laboratuvarıyla… İş kopyası bayat filme basılırdı, ucuz olsun diye. Koreli’den alınan, gemilerin dibinde kim bilir hangi kötü koşulları aşıp gelmiş negatiflerin kalitesini kim bilebilirdi ki!
Yeşilçam, Yeşilçam’a karşı…
Yine de bir çırpıda onlarcasını sayacağınız çok güzel filmler yapıldı Yeşilçam’a rağmen, Yeşilçam’da. Yılmaz Güney’ler, Lütfi Akad’lar, Metin Erksan’lar, Atıf Yılmaz’lar, Halit Refiğ’ler… çıktı, filmlerini insanlar büyük bir heyecanla izledi. Safa Önal, Bülent Oran gece gündüz yazdılar. Öyle ki onların iki günde elle yazdıklarını sekreterler, aynı başarıyı gösteremeyip üç günde daktilo edemediler. Zeki Demirkubuz, Yeşim Ustaoğlu, Nuri Bilge Ceylan, Semih Kaplanoğlu da içlerinde birçok genç sinemacı uluslararası düzeyde kanıtladı başarılarını…
Hollywood’da da, onca imkana rağmen izleyiciye ulaşmayan, ulaşsa da beğenilmeyen filmler yapılıyor, Yeşilçam’da da, Bollywood’da da. Dünyanın en çok film çekilen ülkesiyle yarıştığı dönemde Yeşilçam’ın bitişi (sosyoekonomik ve siyasal yaşamı göz ardı etmeksizin kuşkusuz) yine kendisinden kaynaklandı.
Yeşilçam’daki dayanışma, üretime katılma, başarma azmi; coşku, heyecan başka bir yerde görülmedi. Diğer sanat dallarında da yoksunluklar vardı kuşkusuz, onlar da çok iyi çalışmalar ulaştırdılar insanlara… Mesleğim oluşundan mıdır ne, hiçbiri Yeşilçam kadar heyecan vermedi bana.
Festivaller ve gelecek…
Sinemamız, teknolojinin elinden tutmasıyla, değişen koşulları da gözeterek yeni projelerle yeni filmler için sürekli çalışıyor. Genç sinemacılar harıl harıl çalışıyor, projelendiriyor, üretiyor… İşte “Sivas”, Venedik’ten büyük bir başarıyla, ödülle döndü birkaç gün önce.
Teknoloji hemen her şeyi herkesin önüne serdi, seriyor. 30 yıl önce negatif bulunamaz ve kaçak yollarla getirilirken bugün elimizdeki cep telefonları bile film çekiyor, hatta montajlıyor da… yine birkaç tuşa basarak projeksiyon makinesi de oluyor. Dolayısıyla düşünü aktarmak, düşüncesini yaymak, öyküsünü anlatmak isteyenler kolayca hedef kitlesine ulaşabiliyor.
Bu, beraberinde yeni filmlerin gösterime sokulduğu, izlenirliğinin arttığı festivalleri de taşıdı yanında. Antalya Altın Portakal, Adana Altın Koza… bildiğimiz etkinlikler. Bunlara hemen her bölgeden yeni festivaller eklendi, ekleniyor. Türkiye’nin en doğu ucunda Van’da, Van Gölü Uluslararası Film Festivali, bu yıl üçüncü kez yapılacak 23-29 Eylül tarihleri arasında. Güncel ve toplumsal bir ana tema belirlemiş, “Göç ve sınır: Mülteci Yaşamlar”. Ben de belgesel jürisi başkanı olarak görevlendirilmenin haklı gururunu yaşıyorum. Bu kez en batı uca, İzmir’e gidelim… Anadolu Sinema ve Televizyon Eseri Sahipleri Meslek Birliği’nin (ASİTEM) düzenlediği Uluslararası İzmir Artemis Film Festivali bu yıl 21-25 Ekim tarihleri arasında yapılıyor. Tabii, yine renklenecek İzmir sokakları, yine coşku yükselecek. Her iki festival de -adını anamadığım diğerleri de kuşkusuz- umut veriyor.