Geçen sayıdaki yazımın başlığı, “Yaz Geçip Giderken” idi. Bu kez, başlık ararken, iklim açısından etraftaki serinliği, rüzgarı ve insan hareketliliğindeki azalmayı görünce “Sonbahar Geliyor” dedim. Ülkemiz geniş ve farklı bir coğrafyaya sahip. Bazı yerlerde yaz bitti bile. Güneydeki bölgelerde ise güneşi ve sıcaklığı ile yaz hâlâ sürüyor. Eylül ayında, hatta ekim ayı sonuna kadar Güneyde deniz ve güneş keyfi yapmak mümkün. Tabii bu durum buralardaki yazlıkçıların, tatilcilerin ikamet ettikleri yerlere dönmesini durduramıyor. İş hayatı, okulların açılması gibi nedenlerle buralardan da dönüşler başladı. 6 Eylül’de okulların açılacağı düşünülürse tam dönüş günleri. Benim gibi emekli olanlar için ise tatil sürüyor. Ben ekim ayının ikinci yarısına kadar yazlığımda kalmaya niyetliyim.
Geçmişe bakış
Geçmişe baktığımızda aklımıza, pek iyi şeyler gelmiyor. Önce, uzun zamandır süren salgın tehlikesi altında yaşadık. Bu salgın 1,5 yılını doldurdu ve geçiyor. Bize çok zor günler yaşattı. Sağlık konusu, ölüm tehdidi ve ekonomik zorluklar olmak üzere pek çok sıkıntıyı yaşadık. Bunlar hafif hafif bitiyor derken salgındaki yeni artışlar ümitlerimizi kırmaya başladı. Salgının ötesinde sel ve yangın konularında da çok olumsuz günler geçirdik, geçirdik demek bile doğru değil, bunlar zaman zaman tekrarlanabiliyor ve bu tehlikeleri yeniden yaşama ihtimalimiz ne yazık ki, hâlâ bulunuyor.
Salgın tedbirleri
Salgının başlangıcından sonra kimi başarılı, kimi başarısız çeşitli tedbirlerle etkisi ve yayılması azaltılmaya çalışıldı. Şimdi ise salgın ile mücadelede yeni bir aşamadayız. Aşı olanlar ile aşı olmayanların bir arada yaşamasının nasıl mümkün olacağı tartışılıyor. Aşı olmayanlar bunun zorla yaptırılamayacağı tezleriyle haklarını savunuyorlar. Ama aşı olanlar da onlarla aynı ortamda kalarak hayatlarını tehlikeye atmak istemediklerini öne sürüyorlar. Bu çok tartışmalı ve benim bu topa girmeye hiç niyetim yok. Ancak üzerinde durmak gerekiyor. Bana kalsaydı ben aşı olanlar ile aşı olmayanların farklı biçimde birbiriyle temas etmeden iki tarafa da çözümler sunardım. Örneğin bir toplantıya sadece aşılıların gidebilmesi, başka bir toplantıya da aşısızların gidebilmesi gibi. Yani aşılıların faydalandığı ortamlar ile aşı yaptırmayanların faydalandığı ortamları ayırmaya çalışırdım. Ama bu benim fikrim, şu anda yapılan bu değil.
Seyahat kısıtlamaları
Seyahat alanında da kimi doğru kimi yanlış çeşitli tedbirleri tartıştık. Şimdi aşı açısından seyahatlerin nasıl yapılacağı konusunda sonuç arıyoruz. Artık bilindiği gibi bu konularda sona yaklaşıldı. Ben karar verici olsaydım, sadece aşılıların faydalanabileceği firma veya seferler ile aşısızların faydalanabileceği firma ve seferlerin ayrılması şeklinde bir belirleme yapardım, ancak şimdi durum farklı. Herkes tek tip seferden faydalanacak. Bunun için aşı olanlar doğrudan faydalanırken aşısızlar da testler yapmak kaydıyla aynı seferlere katılabilecek. Bu durum aşılıların tedirginliğini gidermeye yetecek mi? Keza aşısızlar da test tedbirlerine ne kadar uyacak? Bu durum, insanların özel araç kullanımını veya seyahatten vazgeçmesini kısmen de olsa getirebilir mi? Bu arada taşımacıların da iş yükü artacak ve zorlaşacak. Ancak burada konu hayat olduğu için taşımacılar, kendilerine getirilen bu yüklerini savsaklama şeklinde bir anlayışta olmamalıdırlar. Zira dediğim gibi, tehlikeli sonuçları olabilecek bir durum olur. Bu nedenle, kuralları uygulamada titiz olmaya davet ediyorum.
Eşitlik var
Ben, farklı taşıma modları arasında ayrım yapılmadan, eşitlikçi yaklaşılmasını savunurum. Örneğin ÖTV’siz yakıt verilmesinde bunu isterim, ama ne yazık ki yok. Bu herkese aynı muamele yapılması anlamında değildir. Herkese hak ettiği muamele yapılması demektir. ÖTV konusunda kime, ne için ayrıcalık yapıldığını bir türlü öğrenemedim. Kriterinin ne olduğunu da bilmiyorum. Bu bakımdan eşitlik olmadığı iddiamı sürdürüyorum. Salgın sürecinde zaman zaman farklı tedbirler uygulandı. Ama şu anda seyahatlerde aşısızlardan istenen, haftada iki kez PCR test tedbiri tüm modlarda aynı kuralın eşit biçimde uygulanmasını doğru buluyorum ve herkesi bu tedbirlere uymaya çağırıyorum.
Taşıma güvenliği
Geçen günlerde, karayolu yolcu taşımacıları açısından pek de iyi hatırlanmayacak kazalar yaşandı. Bunların üzerinde tabii ki durmak lazım. Bunu geçen dönemde azalan ve durma noktasına gelen karayolu yolcu taşımacılığının performans kaybı olarak görüyorum. Şimdi yeni duruma geçmekle bunun geri kazanılmasına çalışılmalı. Ancak bu çok kolay olmayabilir. Zira birtakım unsurlar değişti. Taşımacılığın olmadığı dönemde pek çok araç sefere çıkmazken pek çok personel özellikle de sürücüler görev yapamadı. Bu, onların sürücülük deneyimi eksikliğinin ötesinde başka modlarda iş bulmalarına neden oldu. Salgın döneminde kargo taşımacılığı ve dağıtım işleri çok hızlı biçimde arttı. Bunun yanı sıra ticari olmayan taşıma şeklinde ticari kuruluşların kendi mallarını ücretsiz ulaştırma şeklindeki dağıtım işleri sorunlu biçimde de olsa çok yaygınlaştı. Bunların geriye geleceğini de çok düşünmüyorum. Bu sektörlerde çok fazla insan istihdam edildi. Bunlar arasında çok sayıda sürücü de var. Yolcu taşımacılığından gönlü olmayan sürücülerin bir kısmı bu alanlara gitti ve sanırım ki durumlarından da memnunlar. Bunların büyük bir kısmının geriye dönmeyeceğini düşünüyorum.
Otobüsçülükte kaptan sorunu
Otobüs kaptanları ile ilgili konuları iki başlık altında değerlendirebiliriz. Bunlardan birisi otobüslerde sürücü olmak için gereken kurallar. Bunlar Karayolu Taşıma Yönetmeliği’nde apaçık yazılı. Ancak bunların üzerinde detaylı biçimde durulmalı. Örneğin yaşı yükseltmek veya yaşı düşürmek şeklindeki öneriler hemen akla gelebiliyor. Peki, bunun olumlu sonuç vereceğinden emin miyiz? Bence kesinlikle değil. Bu şekilde bir şeyleri değiştirmek için değişiklik yapmak şeklinde anlayışlardan vazgeçilmeli ve detaylı çalışmalarla gerekirse sürücü olabilme koşulları yeniden belirlenmelidir.
İkinci husus ise; sürücü olduktan, yani otobüsün direksiyonuna geçtikten sonraki çalışma koşulları. Tüm araçlar için geçerli olarak sürücülerin araç sürme hızları ve araç kullanma süreleri artık teknoloji sayesinde takip edilebiliyor. Ancak bundan ötesi belli değil, yani bir sürücünün araç kullanmadığı zamanlardaki yaşamı ve kendisini bir sonraki sefere hazırlayıp, hazırlamadığı, yeterince dinlenip dinlenmediği bilinmiyor. Bunu kimsenin bilmesi de mümkün değil. Bunu sağlayabilecek ve denetleyebilecek olan sürücünün çalıştığı firmadır. Firma bunu yakından takip edip iyi olanları ödüllendirirken kötü olanları sisteminin dışına çıkarmayı da bilmelidir. Tabii, bu seçmeyi yapabilmek için de elinde yeterli sürücünün bulunduğu bir sürücü kitlesinin olması gerekir. Daha fazla sürücünün otobüs kaptanlığına yönelmesi için de başta ekonomik koşullar olmak üzere çalışma koşullarının iyileştirilmesi gerekir. Sürücünün maaşlarını devlet vermeyeceğine veya devlet bu maaşları sübvanse etmeyeceğine göre firmalar kendi imkanlarıyla bu sorunu çözmek zorundadırlar. Şunu da belirteyim ki, Varan, Ulusoy ve Kamil Koç… gibi firmalarımızın geçmiş dönemlerdeki sürücü başarıları hâlâ unutulmadı. Bu dönemleri yaşayan kişiler hâlâ sektörde bulunuyor ve bu tecrübelerden de faydalanılarak tekrar otobüs kaptanlığına arzu edilen saygınlığı kazandırabilirler. Bu da karayolu yolcu taşımacılığı için çok çok önemlidir.
Bitirirken kaptan konusu üzerinde önemli çalışmalar yapılması ve geniş platformlarda değerlendirilmesi hususunu bir kez daha tekrarlamak isterim. ■