Deniz Gürsoy’un, “Parmak uçlarındaki huzur” alt başlıklı “Tespih” (Oğlak Yayıncılık, 2006) kitabından -günümüze de uyacağı inancıyla- aktarıyorum:
“İyi kalpli bir rahip, komşu ruhani bir çevrenin rahibini yemeğe davet eder. Eski günleri anarak, güzel bir sohbet koyvererek yemeklerini yerler. Sonra, ev sahibi rahip büyükbabasından kalan kuka teşbihi çıkarır ve çeker. Rahip misafir gittikten sonra kuka tespihin ortadan kaybolduğunu fark eder.
‘Olamaz’ der. ‘Her şeye karşın tespihi çalan o değildir! Şakacı olarak ün salmış olduğunu iyi bilirim ama gene de…’
Böylece, meslektaşına kısa bir mektup yazmaya karar verir. ‘Aziz dostum. Tespihimi çaldınız demiyorum, çalmadınız da demiyorum. Ama tespihimi benden ödünç almışsanız, lütfen göndermek nezaketinde bulunun, çünkü benim için çok önemli.’
Mektubu götürenin dönüşüyle şu cevabı alır: ‘Aziz dostum. Hizmetçinizle yatıyorsunuz demiyorum, hizmetçinizle yatmıyorsunuz da demiyorum. Ama eğer yatağınızda yatmış olsaydınız tespihinizi daha önce bulmuş olacaktınız, çünkü tespihinizi saklamış olduğum yer, işte orasıydı…’”
Seçim süreci yeniden başladı
Geçen yıl hem yerel seçimler hem de Cumhurbaşkanlığı seçimi vardı, siyasiler ‘al takke ver külah’ ağızlarına geleni döktüler ortaya. Kimi zaman bir önceki söylediği ile bir sonraki birbiriyle çelişse de hiç umursamadılar. 7 Haziran genel seçimleri için de esip kükremekten öte üfleyip hem söndürmeler hem alevlendirmeler başladı. Sizler de izliyorsunuz… Bir şey söylemeye gerek yok. Deniz Gürsoy’un aktardığı gibi rahipler nezaketlerini yitirmeden birbirlerinin ne olduklarını anlatmışlar. Şimdi, “anladınız siz onu”.
Yoğun gündemin içinden…
Bir yanda savaş var, bütün şiddetiyle sürüyor. Bir yanda yeni bir pencere açıldı, güneş yüzünü (Batıdan da olsa) gösteriyor. Bir tarafta ‘bağımsız’lıkla hayatımızın birikimleri erimeye başladı (kuşkusuz büyütenler de var); diğer tarafta ‘tarafsız’lık adı altında el ele vererek geleceğimiz karartılıyor. Hele eğitim adına yapılanlara hiç değinmeyeyim… ne anekdotta aktarılan rahipler gibi taşı gediğine oturtabilirim ne de sonrasında yüzünüze bakabilirim.
Sayılı günler…
Aziz Valentin’e ithaf edilen ve son yıllarda tüketim çılgınlığına dönüşen Sevgililer Günü için neler aldınız sevgilinize? Saymaya parmaklarım yetmediği için sevgililerime tek tek armağan almak yerine toplu kutlamayı tercih ediyorum. Sahi, siz hala tek sevgili ile mi yetiniyorsunuz?
Bakın Şükrü Erbaş neler yazmış, üç yıl aradan sonra çıkan yeni şiir kitabı “Pervane”de (Kırmızı Kedi Yayınevi, Ocak 2015, 76 s.)…
SARMAŞIK
Senin alnının ülkesinde
Su vardı, çöl başucundaydı
İshak kuşu bir Leyla avazıydı
Elma bahçelerinde bir kırmızı leke
Döndükçe kulak memelerinden topuğuna
Kırlangıçlar yuvalarıyla uçardı
Ağzımda bir kasaba akşamı
Bakardım gövdenden ayrılan boşluğa
Azıcık gülsen ağaçlar el çırpardı
Lambalar yanmadan
Kimse göremezdi yalnızlığını
Bütün yastıklarda saçların açardı
Kaç kez parmaklarımla havalandırdım
Gövdenin sarmaşık güllerini
Goncan yaprağına dilin dudağına karışırdı
Zaman bir mendil oyasından
Bir pulluk demirine
Aynı yılgınlıkla akardı
Tahtalı Köprü’nün söğütlerinde
Hayal kanıyla boyalı bir delice kuşu
Kanatlarını perçem diye yüzüne tutardı